Birikmiş suâllere kısa cevaplar (1)

Son birkaç haftadır, yoğun koşuşturmalar sebebiyle siz değerli okuyucularımızdan ve arkadaşlarımızdan gelen mektuplarla, sorularla, mesajlarla ilgilenemedik.
Bunlar, haliyle birikti, bir yekûn teşkil etti. Bugün, inşallah önemli bir kısmına kısa cevaplar halinde değinmeye çalışalım.
Gelen suâllerin ekseriyeti, halen vizyonda olan “Hür Adam” filminin etrafında şekilleniyor. Şimdi, muhtelif konulara dair birikmiş suâllerin cevaplarına geçelim.

Soru: Said Nursî, Bitlis muharebeleri esnasında M. Kemal’in emri altında bulundu mu?

Cevap: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya yeltenenlerin marifetiyle, tarihimizin bu şanlı sayfasına da karanlık bir gölge düştü. Bazı zihinlerde kargaşa meydana geldi.
Oysa, mesele gayet basit ve açıktır.

Ekim 1913’ten Ocak 1915’e kadar Sofya Ateşemiliterliği görevinde bulunun M. Kemal, 18 Mart’ta kazanılan Çanakkale Deniz Zaferinden beş gün sonra bu bölgeye (Eceabat’a) geliyor. Buradaki kara muharebelerinde bulunuyor. Tâ 1916 yılı Ocak ayına kadar da bu muharebeler devam ediyor.
M. Kemal, aynı yılın Şubat ayı sonlarına kadar Edirne’de iken, Diyarbekir’e (16. Kolordu) atamasının yapılması üzerine, 1916 yılı Mart ayı ortalarında görev yerine ancak ulaşabiliyor. Bitlis’in kurtuluşu ise, bu tarihten aylar sonra, 8 Ağustos 1916’da vuku bulmuştur.

Said Nursî hakkında az–buçuk bilgi sahibi olanlar bile, hiç olmazsa şu kadarını bilirler: Milis Alay Kumandanı olarak Kafkas Cephesindeki muharebelere katılan bu zât, bir yıldan fazla süren bir gerilla savaşı neticesinde 1916 yılı Şubat sonu, ya da Mart ayının ilk günlerinde (3 Mart, karlı–buzlu bir havada) yaralanarak Ruslara esir düşmüştür. Buradan da alınıp Rusya’daki esirler kampına doğru götürülmüştür.
Dolayısıyla, anlamsız “emri altında çalıştı–çalışmadı” tartışması bir yana, M. Kemal ile Said Nursî eş zamanlı olarak  Bitlis ve havalisinde birarada bulunmuş dahi değiller.
Buna rağmen, yine de yalan–yanlış birçok şey konuşuluyor. Tıpkı, M. Kemal’in Çanakkale Zaferinde bölgede gösterilmesi yalanı gibi. Oysa, M. Kemal, zaferin kazanıldığı 18 Mart gününe kadar o diyarda dahi değildir.

Suâl: Siz Hür Adam filmini seyrettiniz mi? Genel olarak bir değerlendirme yapar mısınız?
Cevap: Hür Adam filmini, iki hafta öncesinden seyrettik. Tâ, basın gösterimi esnasında…
Filmin genelinde, Üstad Bediüzzaman’ın dâvâsı, hayatı, fikriyatı doğru şekilde ve çarpıcı kurgularla nazara veriliyor. Bunun yanı sıra, ciddî eksikler, hatalar, yanlışlar da var filmde.
Genişçe bir değerlendirmeyi zamana bırakarak, şimdilik şunları söylemekle iktifa edelim.
Bu zamanda san’at ve neşriyat âlemindeki hizmetlere “hasenat–seyyiat” dengesi çerçevesinde bakmak ve öyle değerlendirmek lâzım.

Çünkü, bunlar “geniş daire” kategorisine giren hizmetlerdir. Geniş daire hizmetlerinde ise, asliyeti, mahz–ı hakikati olduğu gibi sunmak, yani katışıksız şekilde nazara vermek hayli zor bir iştir.
Bu gibi hizmetlerin hasenat ve seyyiatını terazinin iki kefesine koyup öyle tartmalı. Hangisinin ağır bastığına bakılmalı.
Geniş dairede bir cihette “ilânât” hükmüne geçen Hür Adam filminde, hayır kefesinin ağır bastığını söylemek mümkün.

Soru: Hür Adam filminde, Nur Talebelerinin çoğu kez şapkalı, kasketli gösterilmesi gerçeği yansıtıyor mu?

Cevap: Nur Talebelerinin çok az bır kısmının başlangıçta şapka, fötr gibi başlıkları kullandığı doğrudur. Şamlı Hafız Tevfik gibi. Ancak, sonradan çıkarmışlar. Ekseriyetle de şapka giymemişler. Filmde, bu noktada bir tenakuz var.

Soru: Üstad, Kürtlere “Bu milleti Türkler idare ediyor. Bundan sonra da onlar idare edecek” demiş midir?

Cevap: İfade aynen öyle olmayabilir. Ancak, bu ifade Üstad’ın bu konudaki asıl maksadına ters düştüğü de söylenemez.
Zira, Üstad, mükerrer risâle ve mektuplarında şecaat sahibi olan Kürtlerin Türklerden ayrılmamaları, onlara “dest–i sadâkat”i uzatarak eskisinden daha çok yardım etmeleri, haricî cereyanlara kapılmamaları ve Demokrasi/Meşrûtiyet sâyesinde teşkil olunan “hükûmet havuzu”na temiz pınarlar akıtarak birlikte doldurmaları yönünde çok tesirli telkinlerde bulunuyor. (Bkz: Münâzarât, s. 43–44.)
Keza, aynı meseleye mâtuf söylenen şu sözlere de dikkat lâzım: “Meşrutiyet hâkimiyet–i millettir. Yani, efkâr–ı âmmenizin misâl–i mücessemi olan mebusân hâkimdir. Hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır. Öyle ise, kendinizden teşekkî ediniz. Her kabahati hükûmet ve Türklere atmakla çok aldanırsınız.” (Age, s. 42) “Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.” (Age, s. 126)

Soru: Hür Adam filminde M. Kemal hakkında nazara verilen ve İslâm dünyasına birlik çağrısı yapan “Paşanın son mektubu” hakkındaki fikriniz nedir?

Cevap: Filmi tenkit niyetiyle değil; ancak, gerçeği söylemek adına şimdilik şunları ifade edebiliriz:

1) M. Kemal’in ölümünden 15 gün önce böyle bir mektubu yazıp neşrettiğine dair herhangi bir kayda rastlamış değiliz.

2) Bu mânâdaki bir Beyannâme, Meclis’in kuruluşundan iki hafta kadar sonra, yani 9 Mayıs 1920’de (aa) vasıtasıyla neşredilmiş görünüyor. (Bkz: Atatürk’ün Tâmim, Telgraf ve Beyannâmeleri, IV. Cilt, s. 323, 1964 Ankara.)

3) On sekiz sene evvelki bir mektubunu tutup ölümünden iki hafta öncesine monte etmek, gerçeklikle bağdaşmaz.

4) M. Kemal için 1938’de “Paşa” demek, gazetelerde öyle yazmak, kimin haddine… 26 Kasım 1934 tarihli ve 2590 sayılı kanunla yasaklanan lâkaplar arasında “Paşa” da vardır.

5) M. Kemal için 1934’ten sonra bilhassa kullanılan lâkap/tâbir “Reisicumhur”dur ve bilâhare “Ebedî Şef”tir.

6) M. Kemal, 17/18 Ekim 1938 gecesi (10 Kasım’dan 22 gün önce) ağır koma haline girmiştir. O günden itibaren, tam olarak düzelememiştir. Kısmî ve muvakkat düzelmeler görülmekle beraber, İslâm dünyasına hitaben bir mektup yazacak derecede asla kendine gelememiştir. Bu ilk koma halinden itibaren, sık sık karnında biriken litrelerce sıvı boşaltılmaya (ilk iki boşaltma Eylül’de) çalışılmış ve meselâ 7 Kasım günü toplam 10,5 litre sıvı dışarı alınmıştır. (Bkz: Dr. Mim Kemal Öke, Yenigün dergisi, No: 304, s. 11–13)
Tamamı ispatlı, tesbitli, delilli, kaynaklı olan bu bilgiler gösteriyor ki, M. Kemal’in ölümünden on beş gün öncesine dayanan ve İslâm dünyasına hitaben yazılan herhangi bir mektubu söz konusu değildir
Demek ki, bu noktada ciddî yanılgı söz konusudur..

Suâl–cevap faslı devam edecek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*