Birikmiş suâllere kısa cevaplar (2)

Tenkitte ölçü

Soru: Madem ki Hür Adam filmini daha vizyona girmeden önce seyrettiniz, niçin tenkidinizi hemen yapmadınız? Filmde tesbit ettiğiniz eksik, hata ve yanlışları neden yüksek sesle dile getirmiyorsunuz?

Cevap: Müminleri tenkit, haklı, yapıcı ve insaflı olmalı. Aksi halde, fayda yerine zarar verilmiş olur.
Ayrıca, dün de ifade ettiğimiz gibi, bu filmin hasenatı seyyiatına galip görünüyor. Bu ölçüye göre reddedilmez.
Diğer birkaç noktayı da şu şekilde sıralayabiliriz: Bu film, daha vizyona girmeden hakkında resmen soruşturma başlatıldı. Keza, medyanın bir kesimi tarafından adeta yaylım ateşine tutuldu.
Hür Adam filminden şiddetle rahatsızlık duyanların itiraz ve saldırıları, bu filmin bizce seyyiatına değil, hasenat tarafınadır. Taarruz cephesinde yer alanlar, özetle şunu söylüyor: “Nasıl olur da Atatürk karşıtı olan Said Nursî’yi ‘Hür Adam’ diye tanıtırsınız? O kim oluyor ki, M. Kemal’in karşısında ayak ayak üstüne atar? Nasıl olur da, Atatürk’e posta koyar? Devletin gözünde seksen beş yıldır sakıncalı bulunan bir şahsın, bugünkü nesle iyi insan, dinî lider, büyük âlim diye tanıtılması zinhar kabul edilemez…”
İşte, böylesine şerir ve şirret bir cephede görünmemek ve onlara kuvvet vermemek için, hem teenni ile hareket ediyor, hem de tenkitlerimizi insaflıca ve dostane bir çerçevede kalarak yapmaya çalışıyoruz.
Tarihe not düşmek için bir önceki yazıda yaptığımız eleştirileri de bu çerçevede değerlendirmek lâzım.
Hülâsa: Güneşin yedi renginin sür’atle dönmesiyle nasıl beyaz renk ortaya çıkıyorsa, gündeme damgasını vuran Hür Adam filminin yol açtığı dalgalanmaların uyandırdığı dikkat ve merak kamçısı da, Üstad Bediüzzaman ve eserlerinin doğru şekilde anlaşılmasını netice verecektir.
Nitekim, bunun emareleri daha şimdiden tezâhüre başlamış görünüyor. Risâle–i Nur Külliyatına olan talep artışı, bunun açık bir delili mahiyetinde.

Zamanlama

Soru: Filmin vizyona girmesini zamanlama açısından nasıl buluyorsunuz?

Cevap: Zamanlamayı mükemmel buluyoruz. Özellikle ayarlamaya çalışırsanız, ancak bu derece isabetli ve tevafukatlı olabilir.
Hür Adam, 2011 senesinin ilk haftasında (7 Ocak, DP’nin de kuruluş günü, 1946) gösterime girdi.
Daha vizyona girmeden, geçen yılın son aylarını etkisi altına almıştı. Besbelli ki, bu yeni yılın Ocak ve Şubat aylarını etkileyecektir.
Hemen ardındaki Mart ayı ise, Türkiye ve hatta dünya çapında Üstad Bediüzzaman konuşulup muhtelif programlarla yâd edilecek. Onun vefat yıldönümü olduğu için, her Mart ayında yapılagelen anma programları, bu yıl artan bir ilgiyle daha bir yoğunluk kazanacak gibi görüyor.
Doğrusu, yılın ilk üç ayına damgasını vuran bir hadisenin tesiri, o yılın tamamına şâmil olacağı yönünde kuvvetli bir kanaati uyandırıyor.
Kim bilir, belki de Nur’un “zâhirâne, âşikârâne, galibâne” devresinin başlangıcını müjdeleyen “hâdisât–ı azime” vücuda geliyor. (KL, s. 26.)

Mükemmele doğru…

Soru: Bediüzzaman Said Nursî’yi konu edinen, onun kudsî dâvâsını nazara veren bir filmin hatasız, kusursuz ve hatta mükemmel olmasını beklerdik. Hür Adam’ı seyrederken, bu noktada az da olsa sukût–u hayale uğradık diyebiliriz.

Cevap: Beşerin eliyle ve imkânlarıyla yapılan şeyler, başlangıçta mükemmel olmaz. Zaman içinde tekâmül sağlanır.
Hür Adam filmi mükemmel doğsaydı, onu aşacak yeni çalışmalar yapılamazdı. Dolayısıyla, eksik ve kusurlu olmasını mâkul karşılamalı… Ayrıca, bu film, kendi sahasında bir ilk. Üstelik, final sahnesi de yok. Zincirin ucu açık bırakılmış.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Said Nursî’nin hayatını, mücadelesini, hatta eserlerinin muhtevasını beyaz perdeye yansıtacak yeni yeni çalışmalara büyük ilgi ve ihtiyaç vardır.

Övücü tabirler, şiddetli çıkışlar

Soru: Üstad Bediüzzaman’ın M. Kemal’e hitaben yazdığı söylenen 23 Kasım 1922 tarihli mektupta, onun için “Gazi, kahraman…” gibi övücü tabirler kullanmış mıdır?

Cevap: Habertürk gazetesinin 4 Ocak 2011 tarihli sayısında yayınlanan belgeye göre, söz konusu mektubun başında bu tabirler kullanılmıştır.
Ancak, burada yine de bir ihtiyat payını bırakmak durumundayız. Çünkü:

1) Habertürk’ün manşet haberinde “Bediüzzaman’ın Atatürk’e yazdığı mektup” ifadesi kullanılıyor. Bir kere, o tarihte M. Kemal için “Atatürk” denilmiyordu. Soyadı Kànunu 1934’te çıktı ve “Atatürk” de bu tarihten sonra kullanılmaya başlandı. Bu derece bâriz görünen bir hatayı bilerek yapanlar, başka türlü saptırmaları da yapabilirler.

2) Söz konusu 23 Kasım 1922 tarihli vesikanın, öncelikle uzmanlar tarafından serbestçe incelenmesi gerekiyor.
Bu çekincelerin dışında, ayrıca şunları söylemek mümkün: Said Nursî, o mektupta M. Kemal’i “Hem muzaffer ordunun, hem muazzam Meclis’in mânevî şahsiyetini temsil” makamında görüp öyle hitap ediyor.
Bu ifadenin zımnında, hem ordunun, hem de Meclis’in mânevî şahsiyetine bir saygı esprisi yatıyor. Ki, öyle de olması lâzım. Zira, o devirde bütün millet, bütün mebusân, bütün kumandanlar ve hatta bütün ehl–i İslâm, Ankara’daki tabloya bu nazarla bakıyor.
Herkes, İstiklâl Harbini din için, vatan için, millet ve mukaddesat için yapıldı biliyor. Öyle ki, Sakarya Meydan Muharebesi (1921) esnasında, Fevzi Paşa başta olmak üzere üst düzeydeki komutanlar, ellerine Kur’ân–ı Kerim’i alarak ordunun önüne geçmiş ve Mehmetçiği bu mukaddes kitap uğrunda savaşmak adına coşa getirmişlerdir.
Bununla beraber, Bediüzzaman’ın övgü içeren sözlerle M. Kemal’e ilk hitabı ne derece doğruysa, onun daha sonraki “Paşa, Paşa! İslâmiyette, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur” çıkışı da onun kadar, hatta ondan daha büyük bir hakikatin ifadesidir.
Bu iki husus beraberce nazara verildiği takdirde, ortada şüphe, tereddüt uyandıracak bir nokta kalmaz kanaatindeyiz.

Kanaat değişikliği

Soru: Üstad Bediüzzaman’ın M. Kemal’in şahsı hakkındaki düşünce ve kanaati değişmiş midir?
Cevap: Bediüzzaman’ın “Ankara günleri”ndeki gelişmelerden ve orada gördüklerine dair yazdıklarından, sonradan böylesi bir görüş ve kanaat değişikliğinin vaki olduğu mânâsını çıkarmak mümkün.
Zaten, Üstad’ın kendisi de, orada bir şahsın mahiyetini anladıktan sonra, kendisinde bir kanaat değişikliğinin hasıl olduğunu ve bu sebeple siyasetteki “çok ehemmiyetli vazifeleri”ni bırakarak Ankara’dan ayrıldığını defaatle beyan ediyor. (Bkz: Şualar, s. 314)
Son söz yerine: “Biz ki hakikî Müslümanız. Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”
(Bediüzzaman, Divan–ı Harb–i Örfi, s. 39)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*