Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.
Şadisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.
Sabian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyâne, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârâne, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.
Sâminen: Zaaf-ı dine sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydâne ve ihmalkârâne, müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahripkârâne iş ise, bu kadar rahnelere mâruz kalan İslâm zaten muhtaç değildir.
Tâsian: Sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven cumhur-u mü’minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisalle onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüt eden, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitleri avâm-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münâfi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecek.
Mesnevî-i Nûriye, s. 160; Tarihçe-i Hayat, s. 222
Âşiren:
Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. Yalnız, gaflet ve tembellik hâsiyetiyle, bir ihtimal, zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve ferâizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?
Bâhusus bu gürûh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef’âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez.
Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlinin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı âsâ ise, “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılın.” (Âl-i İmran Sûresi, 3:103) âyetine zıttır. Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinadla vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenâlıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşci eder.
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
“O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” (Enfâl Sûresi, 8:40)
Mesnevî-i Nûriye, s. 161;
Tarihçe-i Hayat, s. 223
LÜGATÇE
frenk: Avrupalı.
maslahat-ı İslâmiye: İslamın faydası, menfaati.
a’mâl: Ameller.
vesait: Vasıtalar.
fünun: Fenler.
fırak-ı dâlle-i İslâmiye: İslamdan sapmış gruplar.
kemmiye-i kalile-i muzırra: Az miktarda zarar veren.
salâbet: Sağlamlık, kuvvetli bağlılık.
medeniyet-i habise: Pis medeniyet.
cereyan-ı bid’atkârâne: Dinin aslında olmayan, sonradan ihdas edilen adetleri dine sokuşturmaya çalışarak, dine zarar verme hareketi.
inkılâbvâri: İnkılâba benzer değişim, inkilâb gibi.
desâtir: Düsturlar.
inkıyad: Boyun eğme.
zaaf-ı din: Dinî zayıflık.
medeniyet-i sefihane: Sefahate düşkün medeniyet.
rahne: Gedik, yarık, yıkık ve bozuk yer.
cumhur-u mü’minîn: Mü’minlerin umumu.
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri.
ittisal: Ulaşma, bitişme, birleşme.
ihtimal-i necat: Kurtuluş ihtimali.
sülûk: Yol alma.
zaruriyat-ı diniye: İman edilmesi mutlaka gerekli olan dinin esasları.
ferâiz: Farzlar.
gürûh-u mücâhidin: Mücahidler grubu.
hukukullah: Allah’ın hukuku.
hukuk-u ibâd: Kul hakları.
safsata-i nefis: Nefsin saçmalaması, yalan ve uydurması.
inkılâb-ı azîm: Büyük değişim.
an’ane-i müstemirre: Devam ede gelen örf, âdet ve gelenekler.
lâakal: En azından.
lehviyat-ı medeniye: Medeniyetin gayrimeşrû eğlenceleri.
hâcât-ı diniye: Dinî ihtiyaçlar.
inşikak-ı âsâ: Birliğin bozulması, bölünme.
tenfiz-i ahkâm-ı şer’iye: Dini hükümlerin yerine getirilmesi.
tehâvün: Ehemmiyet vermemek, önemsememek.
tevkif: Tutma, durdurma.
teşci: Cesaretlendirme.
Benzer konuda makaleler:
- Meclis elinde olmayan bir kuvvet, ihtilâf doğurur
- Millet Meclisine hitabe – 3 Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek
- Millet Meclisine hitabe – 2 İnkılâb, İslâmiyetin düsturlarına inkıyadla olabilir
- Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek
- ‘Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek’
- İhyâ-i dinle olur bu milletin ihyası
- Namaz kurtarır
- Cennet yolunun hassas çizgileri
- Zafer şükür ister
- Silâhımız, siperimiz ve kalemiz: İslâm kardeşliği
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun