Birinci Medrese-i Yusufiye, Eskişehir

Bundan 77 yıl önce, yine böyle bir Nisan. Elleri kelepçelenmiş, askerî kamyonlara doldurulmuş, yüz yirmi insan. Başlarında Bediüzzaman. Dâvâları iman ve Kur’ân. Başka hiç hiçbir gayeleri yok. Ne dünya menfaati, ne şöhret ne şan.


Üstadın hapishane penceresinden baktığı lisenin bugünkü görünüşü. Uzakta görünen minare ise, Ak Cami’nin minaresidir. Bediüzzaman Hazretlerinin “Bugün mutlaka Ak Cami’de olmam lâzım” dediği Cami, Eskişehir’in Odunpazarı semtinde olup, Üstad’ın mahpus yattığı eski hapishaneye yüz metre mesafededir.

Birinci Medrese-i Yusufiye, Eskişehir

Bundan 77 yıl önce, yine böyle bir Nisan. Elleri kelepçelenmiş, askerî kamyonlara doldurulmuş, yüz yirmi insan. Başlarında Bediüzzaman. Dâvâları iman ve Kur’ân. Başka hiç hiçbir gayeleri yok. Ne dünya menfaati, ne şöhret ne şan.

Hepsi masum ve mazlumdu, ama Eskişehir’e maznun olarak sevk ediliyorlardı. “Gizli cemiyet kurmak, vatana ihanet, devletin temel nizamlarını yıkmaya teşebbüs” gibi suçlarla ve kesin idam talebi ile mahkemeye verilmişlerdi. Isparta’dan Eskişehir’e, bir daha dönmemek üzere sevk ediliyorlardı. Zira haklarındaki hüküm çoktan verilmişti. “İdam.”

İnfazları yolda gelirken Müfreze Komutanı Ruhi Bey tarafından yapılacaktı. Ama zalimlerin verdiği hüküm, adalet-i İlâhiye yüksek mahkemesi tarafından iptal edilmiş, müfreze komutanı Ruhi Bey’in kalbine de bu hükmün hükümsüz olduğu ilham edilmişti. Ruhi Bey, Bediüzzaman ve talebelerinin maznun değil, mazlum olduklarını biliyordu. Onları kanlı bir infaz ile imha etmek, yapılacak en büyük vahşet, işlenecek en dehşetli bir cinayet olacaktı. Onun için kendisine verilen kanunsuz emri değil, vicdanının sesini dinledi. Bediüzzaman ve talebelerinin kelepçelerini çözdürdü, yolda abdest alıp namaz kılmalarını sağladı.

Bediüzzaman ve talebelerinin Eskişehir yolunda imha edilmesi için Ruhi Bey’e verdikleri emrin yerine getirilmediğini görenler, onları hapishanede yok etmek için dehşetli planlar hazırladılar. Onlara “idamlıklar” deniliyordu. Eskişehir hapishanesinden sağ çıkmayacaklarına inanılıyordu. Ama onları mahkûm etmek için kendi keyfî kanunlarında bile bir madde bulamıyorlardı. Bediüzzaman ve talebelerini her hangi bir suçtan dolayı mahkûm edemiyorlardı ama, mağdur etmek için ellerinden geleni yaptılar. Onun için insanların değil, şeytanların bile aklına gelmeyecek zulüm ve işkencelere başvurdular. Günlerce aç ve susuz bıraktılar. Gece gündüz karanlık koğuşlarda tutarak, zamanlarını şaşırtmak, böylece namaz kılmalarına engel olmak istediler. Tuvalet ihtiyaçlarına bile izin vermediler. Zalimlerin kalbi Eskişehir hapishanesinin zindanlarından daha kara, taşlaşmış vicdanları koğuşların taş duvarlarından daha katıydı.

Ama Bediüzzaman’da kâinata meydan okuyacak bir iman, çelikten sağlam bir irade, talebelerinde ise, sarsılmaz bir sebat ve sadakat vardı. Hiçbir zulüm onların dünyasını karartamıyor, hiç bir işkence kendilerine tesir etmiyordu. Onlar yine namazlarını kılıyorlar, yüksek sesle Kur’ân okuyor, zikir ve tesbihatlarını yapıyorlardı. Manevîyatlarının ne kadar yüksek olduğunu göstermek için zaman zaman ilahiler okuyor, marşlar söylüyorlardı.

Işığın olduğu yerde karanlığın hükmü yoktu. Bir damlacık nur, bir batman zulümata galip geliyordu. İşkenceyle, istibdatla, insandaki idrak ve iradeyi ortadan kaldırmak mümkün olmuyordu. İmanlarının verdiği metanetle zulme boyun eğmeyenler, zindanda bile kendilerini hür hissediyorlardı. Namık Kemal’in ”Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet. / Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten.” diye zulme meydan okuması, Eskişehir hapishanesinde, Bediüzzaman ve talebelerinin şahsında bir kere daha tezahür ediyordu.

Bediüzzaman Hazretleri, bu sıkıntılı durumda da telif vazifesine ara vermeden devam etti. Birinci Şuâ, ikinci Şua ve Otuzuncu Lem’a, Eskişehir Medresesinin meyvesi olarak ortaya çıktı. Birinci medrese-i Yusufiyedeki tahsilini başarı ile tamamladı.

Bugün ne Bediüzzaman ve talebelerinin atıldıkları zindanlar yerinde duruyor, ne de onları oraya atanların esamesi okunuyor. Bugün aynı yerdeki bilbordlarda Üstâd Hazretlerinin resmi bulunuyor. Bu defa hapishane penceresinden değil, Eskişehir halkının gönül penceresinden bakıyor. Yine merhametli ve müşfik bakışlarını lise mektebine doğru çevirmiş, 77 yıl önce hüzünle baktığı yerden, bugün sevinçle bakıyor ve cennetâsa baharın çiçeklerini seyrediyor.

Bugün ne Bediüzzaman ve talebelerinin atıldıkları zindanlar yerinde duruyor, ne de onları oraya atanların esamesi okunuyor. Bugün aynı yerdeki bilbordlarda Üstâd Hazretlerinin resmi bulunuyor. Bu defa hapishane penceresinden değil, Eskişehir halkının gönül penceresinden bakıyor. Yine merhametli ve müşfik bakışlarını lise mektebine doğru çevirmiş, 77 yıl önce hüzünle baktığı yerden, bugün sevinçle bakıyor ve cennetâsa baharın çiçeklerini seyrediyor.

BEDİÜZZAMAN BAŞKALARININ GÜNAHINA AĞLIYOR

Bediüzzaman’ın hayatı, çile ve ızdırap içinde geçiyordu. Kendi ifadesiyle, “çekmediği eza, görmediği cefa” kalmamıştı. Ama hiçbir zaman kendi derdini kendine dert edinmedi. O hep başkalarını düşündü, başka insanların ebedî hayatlarını kurtarmak için gayret etti. Başkalarına acıdı, onlar için gözyaşı döktü.

Eskişehir hapishanesinde kendisini ağlatan bir olayı, kendi ifadesinden okuyalım: “Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım.” (On Birinci Şuâ, Üçüncü Mes’ele)

Evet, “Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de” diyen şefkat ve rahmet âbidesi Bediüzzaman, alın terini de, gözyaşını da cemiyetin iman selâmeti ve ahiret saadeti için dökmüştür.

BEDİÜZZAMAN AKCAMİ’DE

Bir Cuma günü, hapishane müdürü ile kâtip otururlarken, bir ses duyarlar:

– Müdür Bey, Müdür Bey, benim bugün mutlaka Ak Cami’de olmam lâzım.
Hapishane müdürü dönüp bakar, kendisine yüksek sesle ve âmirane hitap eden kişi Bediüzzaman’dır. Bu talebi ciddîye almaz ve geçiştirmeye çalışır.

– Peki Efendi Hazretleri.
Müdür sonra da kendi kendine söylenir: “Her halde Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilmiyor” diye söylenir ve odasına çekilir.

Öğle vakti, Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstadın koğuşuna gider. Koğuş penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmaya sorar.

– Hoca Efendi nerede?
– İçerideydi Efendim, üzeri de kilitli.

Derhal camiye koşar. Bediüzzaman’ın ileride, birinci safta, mihrabın sağ tarafında namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyip, hemen hapishaneye döner; Hazret-i Üstadın “Allahü Ekber” diyerek secdeye kapandığını hayretler içerisinde görür. (Bu hadiseyi bizzat o zamanki hapishane müdürü anlatmıştır.)

Ama böyle kerâmetler de karanlık düşünceli kafaları aydınlatmaya, taşlaşmış yürekleri yumuşatmaya yetmez. Ebu Cehillere gösterilen yüzlerce mucize onların kalplerindeki mührü açmadığı gibi, Üstad Hazretlerinin bu kerameti de o günkü zulüm abidelerinde bir tesir bırakmamıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu gün mutlaka Ak Cami’de olmam lâzım” dediği Cami, Eskişehir’in Odunpazarı semtinde olup, Üstad’ın mahpus yattığı eski hapishaneye yüz elli metre mesafededir.

Üstâd’ın baktığı ve karşıda lise mektebinin bahçesi görülen pencere, resimde gördüğümüz pencerelerden birisi olsa gerek. Hapishanenin bulunduğu yerde bugün tramvay yolu ve taşıt yolu geçiyor. Pencerenin karşısında da okulun bahçesi bulunuyor.

ESKİŞEHİR MÜDAFAASI, BİR HUKUK MANİFESTOSU

Bediüzzaman Hazretleri kesin idam talebi ile yargılandığı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11 ay hapis cezasına çarptırılır On beş talebesine de 6 ay hapis cezası verirler. Ama Üstâd Hazretleri bu karara itiraz eder. Zira kendileri “vatana ihanet, devletin temel nizamlarını yıkmak, ayaklanmaya teşebbüs” gibi çok ağır suçlarla itham edilmişlerdir. Böyle bir suçlamanın cezası bu kadar hafif olamazdı. “Bu ceza, at hırsızlarına ve kız kaçırıcılarına verilir” diyerek verilen cezaya itiraz ederek temyize başvurur. Bediüzzaman’ın temyiz dilekçesi tam bir hukuk manifestosudur. Hukuk tarihine geçecek bir savunmadır. İşte o savunmadan kısa bir kesit:
“Ey hey’et-i hâkime: Beni, dört-beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler.

“Birinci Madde: İrtica fikriyle dinî âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.

Elcevab: Evvelâ; imkânat başkadır, vukuât başkadır. Herbir ferd, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla, kibritler imha edilir mi?”

“Ey beni bu belâya sevkedip, bu hadiseyi icad eden mülhid zalimler! Madem ve her halde manen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiştiniz; neden mazlumların ve bîçarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek (yaralayacak) entrikalarla, dolablarla, adliyenin eliyle yürüdünüz? Doğrudan doğruya karşımda merdane çıkıp, ‘Senin vücudunu bu dünyada istemiyoruz’ demeli idiniz.”

“Benim hapisde bütün bütün konuşmaktan men’edilmem ve bu gurbette, kimsesizlikte, hiçbir kimsenin hâlimi sormak ve selâm göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki; dağ gibi bir ağaçta, nohut gibi bir tek meyve bulundurup; manasız, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, değil Hükûmet-i Cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanunî bir hükûmet, belki hikmetle iş görmek manasıyla hükûmet namı verilen dünyada hiçbir hükûmetin işi olamaz. Ben Hükûmet-i Cumhuriyenin kanunlarına istinaden, hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri, cinayetle ittiham ediyorum. Böyle canilerin keyiflerini, elbette Hükûmet-i Cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.

Eskişehir hapsinde tecrid-i mutlakta mevkuf Said Nursî.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*