Bosna hizmet mektubu, Dubrovnik seyahati

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühû…

Muhterem ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz; -15 derece soğuk ve 1,5 metre kar olan Sarayova’dan binler selâm eder, duâlarınızı bekleriz. Teveccühünüz ve duâlarınızla Boşnak’larla münasebetimiz çok güzel meyveler vermeye başladı. İnşaallah maddî imkânımız olursa Türkiye’ye getireceğimiz çok hoş kardeşlerimiz var. Kısa zamanda tanışıp, kardeş olduğumuz; Sarayova’dan polis Elvedin, taksici Asmir, Tuzla’dan Hukuk Fakültesi öğrencisi olan ve Melik Abdullah Camii’nde fahri müezzinlik yapan Yusuf, Mostar’dan köfteci İsmail bunlardan bazıları. Elhamdülillah, hediye ettiğimiz kitapları okuyan polis Elvedin namaza başladı, taksici Asmir tövbe edip içkiyi bıraktı. Bunların Türkiye’ye, İstanbul’a ve cemaatimize ciddî teveccühleri var ve sizleri merak ediyorlar. Burada tanıştığımız bütün Boşnak’lara; “İma namaz nema problema, nema namaz ima problema. Dünya problema, mezar problema, ahiret problema” diyoruz, çok tesirli oluyor. Yani; “Namaz varsa problem yok, namaz yoksa problem var. Dünyada problem, mezarda problem, ahirette problem var” manasında. Bu iki cümle ile tövbe eden, içkiyi bırakan, Cuma namazına ve beş vakit namaza başlayanlar oldu Elhamdulillah.

Geçen hafta Hırvatistan’a gittik, risâlelerden götürdük. Allah’ın lütfuyla Hırvatistan’a pasaportsuz giriş-çıkış yaptık. Hem girişte hem çıkışta hiçbir polis pasaport sormadı. Nurların açık kerâmetini gözümüzle müşahade ettik. Buradaki Boşnak’lara anlattım; “Böyle bir şeyi ilk defa duyduk” dediler. Biz de; “Hırvatistan’a gezmeye değil hizmete gittik, Risâle-i Nur götürdük” deyince hayret ettiler.                                                                                                                                   

Araba kiralayıp önce Mostar’a gittik, geceyi orada geçirdik. Ertesi sabah yola çıktık. Giderken yol üzerindeki Bılagay’a uğradık. Burada, Horasan erlerinden Sarı Saltuk’un tekkesi ve kabri var. Sarı Saltuk buraya 600 sene evvel Ahmed-i Yesevî’nin teşvikiyle İslâmiyet’i anlatmak için gelmiş. Tekke, büyük ve yekpare bir kayanın altından çıkan Buna Nehrinin yanına yapılmış. Uzun zamandır devam eden tadilatı bitmek üzere. Daha sonra yine yol üzerinde, Osmanlı’nın geldiği son nokta olan, Neretva Nehri’nin kıyısındaki Poçiteli Köyüne uğradık. Bu köy, kültür mirası olarak ilk günkü gibi muhafaza edilmiş, Osmanlı tarzı evler orijinal ve Safranbolu’yu hatırlatıyor. Burada Osmanlı’dan kalma çok güzel bir cami var, öğle namazını bu camide kıldık. Bosna Savaşı’nda caminin kubbesi ve minaresi bombardıman neticesi yıkılmış, savaştan sonra aslına uygun olarak Türk devleti tarafından yeniden yapılmış. Bu münasebetle, mihrabın sağ tarafına yeşil sancakla beraber Türk Bayrağı asmışlar. Bu cami, gördüğümüz son cami oldu. Buradan itibaren yol üzerinde Hıristiyan köyleri ve kiliseler var. Çaplina ve Hıristiyanların Hac merkezi olan Mecugorye’yi geçtikten sonra Metkoviç sınır kapısından Hırvatistan’a girdik. Savaştan sonra Dayton Antlaşmasıyla Bosna’ya verilen Adriyatik sahilindeki Neum şehrine uğradık, ardından da Dubrovnik’e vasıl olduk. Dalmaçya denilen Adriyatik sahilleri, bizim Akdeniz sahillerine benziyor ve tefekküre seza yerler… Dubrovnik, Orta Çağ’dan kalma eski şehir, kale ve kiliseleriyle meşhur. Dünyada ilk altyapı şebekesi 1300’lü yıllarda burada yapılmış. Nüfusun % 10’u Boşnak Müslüman, % 90’ı ise Hırvat Hıristiyan. Bunlar Katolik ve çok mutaassıblar. Her adımda katedraller ve küçük kiliseler var. Yazın Dubrovnik’e dünyanın her tarafından ve Türkiye’den yüzbinlerce ziyaretçi geliyormuş. İkindi namazını Dubrovnik’te yol kenarında şehre nazır bir evin terasında kıldık. Namazdan sonra baktık ki; burası daireleri kiralık olan bir apartman. Kapıyı çaldık, sahibiyle tanıştık ve 2 günlüğüne bir daire kiraladık. Tevafuk ki; apartman sahibi Ziyad Bey Boşnak ve Dubrovnik Boşnak Müslümanları Organizasyonu’nun sekreteriymiş, dedeleri Osmanlı zamanında Türkiye’den gelmiş. Bizimle çok alâkadar oldu, Dubrovnik Camii’ni tarif etti ve imamı telefonla arayıp bizden bahsetti. Akşam da hanımıyla beraber bizim cemaatle namaz kılışımızı seyrettiler. Namazdan sonra Ziyad Bey bize; “Allah daima kalbimizdedir ve hanımla beraber en büyük hayalimiz Hacca gitmektir” dedi. Burada oteller, kış olmasına rağmen çok pahalı ve biz kalacak yer ararken Cenâb-ı Hak bize hem çok ucuza, hem de bir Müslüman’ın dairesini nasip etti. Bu da namazın kerâmetidir dedik ve Cenâb-ı Hakk’a şükrettik.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra eski şehri gezdik ve öğle namazını kılmak için Dubrovnik Camii’ne gittik. İki katlı, tarihî bir binayı 1916 yılında cami olarak Müslümanlara tahsis etmişler. O zamandan beri cemaati olan bir cami. Cuma ve teravih namazlarında beş-altı saf oluyormuş. Caminin yanında çay-kahve içilen, sohbet edilen bir divanhane var. Üst katta ise medrese ve imam efendinin evi var. Medresenin 55 tane talebesi varmış. Namazdan sonra imam Salkan Efendi ile tanıştık. Kendisi Boşnak ve Tuzla şehrinden. Arapça, İngilizce ve çok az da Türkçe biliyor. İkindi namazına kadar sohbet ettik. Üstadımızdan ve Nurlardan bahsettik. Kendisine Hutbe-i Şamiye, Âyetü’l-Kübra, Gençlik Rehberi, Mu’cizat-ı Ahmediye, Küçük Sözler, Hastalar, İhlâs ve Uhuvvet Risâleleri’ni hediye ettik. Çok memnun olduğunu ve bu kitapları okuyup, hutbe ve vaazlarında istifade edeceğini söyledi.

Dubrovnik’te görüştüğümüz Müslümanların en büyük sıkıntısı mezar yeri olmaması. Belediye yetkilileri Müslümanlara yeni mezar yeri vermeyip, “Cenazelerinizi Mostar’a götürün” diyormuş. Bize diplomat nazarıyla bakıp adeta yalvararak, Türkiye devletinin bu işi halledebileceğini söylediler. Biz de “Elimizden geleni yapacağız” diye söz verdik. Dubrovnik Boşnak Müslümanları Başkanı Fehim Bey bizimle görüşmek için camiye gelmiş, fakat biz camiyi bulana kadar epey gecikince selâm söyleyip, ayrılmış. Biz de kendisine verilmek üzere Risâleler’den bıraktık. Ayrıca, Dubrovnik’te Türkçe, Osmanlıca, Arapça ve Farsça bilen Türk dostu, Vesna Meykoviç adında bir tarih profesörü var. Şimdi emekli ve müzede görevli. Defalarca İstanbul’a gelmiş ve Osmanlı  Tarihi üzerine yayınlanmış 50’ye yakın kitabı varmış. Yine burada Türk’lere ait Rixos Otel’inde çalışan müdürlerle tanıştık, çok memnun oldular ve her zaman gelin, “Misafirimiz olun” dediler. Bundan sonra inşâallah Dubrovnik’e sık sık gitmeye çalışacağız. Yakınlarda da nasip olursa Hırvatistan’ın başşehri Zagreb’e, Sırbistan’ın başşehri Belgrad’a ve Karadağ’ın başşehri Podgoritsa’ya gideceğiz….

Sarayova’da sabah namazlarını kıldırdığımız Sokoloviç Camii’nin imamı Enver Efendi’ye de Risâleler verdik. Kitapları görünce; “Bediüzzaman Said Nursî çok büyük bir âlim” dedi. Bu da bizi çok şevklendirdi. Duâ edin, Cenâb-ı Hak bu hizmette son nefese kadar istihdam etsin.                                                                 

Sizlere ve duâlarınıza müştak Bosna’daki kardeşleriniz namına Ömer / SARAYOVA

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*