İşte asrı tarif eden özelliklerden bazıları:
Acîb, dostsuz zaman! Aşılama ve şırıngayla hükmeden haller! Ahlâkın bozulmuş olması.
Toplumda aldatanların çoğalması, sarhoş eden zehirli hal ve maddelerin fazlalığı neticesinde geçici zevklerden alınan acı zehir hükmündeki aldatmacalar. Elîm hallerin, isyanların, tuğyanların, inatların, garipliklerin, küfrün, galeyanın, ilhadın ve tahribatın artması.
Bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına, tahribat hesabına çalışan yıkıcı cereyanların çoğalması.
Dalâletten çıkan bir merhametsizlik ve genel bir gafletin hâkim olması. Dünya hayatının ağırlaşması. Küçük bir dünyevî ihtiyacın, büyük bir dini ihtiyaca galip gelip tercih edilmesi.
Zor bir zamanın, enaniyet ve bencilliğin hüküm sürdüğü bir devrin başlamış olması.
Şiddetli zulümler ve şiddetli baskıların artması. Fakirlik ve yoksullukla birlikte zarurî ihtiyaçların çoğalması ve geçim derdinin zorlamalarıyla damarların yaralanması.
Fecî, dehşetli, meşhur fitnelerin zemin almış olması. Fenden, felsefeden gelen acib bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyetle nefislerin şımartılmış olması. Fırtınalı zeminlerin çoğalıp, hisleri iptal eden ve insanlığın nazarını boş şeylere dağıtan ve boğan cereyanların topluma hâkim olmaya başlaması ve genel bir sersemliğin cemiyete hâkim olması.
Fitne ateşlerinin yaygınlaşması, menfî Batı medeniyetinin terbiyesine olan meyil. Şerlerin sel gibi toplumu kaplaması. Belâların çoğalması, âfet halini alması. Camla elmasın beraber satıldığı bir ortamın oluşması.
Gaddar medeniyetten çıkan egoistlik. Göreneklerin baskısıyla zarurî olmayan ihtiyaçların, tiryakilik ve tutkunlukla zarurî ihtiyaç haline gelmiş olması. Hâkim cereyanların her şeyi kendi hesabına alması. Harpler, depremler ve yangınlar gibi semavî ve arzî musîbetlerin tesiriyle umumî, şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları. Dünya hayatının baki hayata bilerek tercih edilmesi. Toplum hayatının en temel ve en mühim esası olan hürmet ve merhametin sarsılması.
Hayatı ve cihanı sarsacak hadiselerin çoğalması, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi hâline getirmesi. Hayatını güzelce medeniyet oyuncaklarıyla geçirme iştahının, tiryakilik gibi hastalık haline gelmesi.
İnsanın ulvî lâtifelerinin ve kalb ve aklının nefs-i emmâresinin arkasına düşüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor olması.
Yaşamak damarı ve sadece dünya hayatını düşünmeyi öne çıkaran ve israfa, iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırsa dayanan bir anlayış yüzünden bereketin kalkmasıyla sefahet, zulüm, haramın artması. Komitecilik fitnesiyle hareket ettirilen kitlelerin bir “şahs-ı mânevî” hâline getirilip dalâletin öne çıkarılması.
Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyorsa; asabî sinelerde meydana gelen manevî tahribatın da durağanlık ve strese sebep olması. Maddiyyunluk fikrinin istilâ ettiği beyinlerin, her şeyi maddiyatla değerlendirir hale gelmesi.
Maneviyattan yabanîleşme. Menfî milliyetin çok ileri gitmesi. Metanet ve sadakatin kaybolması. Mimsiz medeniyetin, pisliğiyle dünyayı pislemiş olması. Toplumdaki insanların maalesef “ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez” hâle gelmesi. Bu durumda toplumun ve en başta inanan insanların fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiyeye olan ihtiyaçlarının artmış olması.
Siyaset ve felsefenin hâkim olduğu mevcut durumda hayat şartlarının ağırlaşmasıyla zedelenmesi, Şeriat-ı Muhammediye (asm) ve şeair-i İslâmiyeye karşı yapılan çok acayip, ağır, dehşetli tahribatların ve menfî cereyanların dehşetlenmesi, tarafgirane fikirlerin yaygınlaşması.
Terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve kulluğun yeterince yapılamamasıyla meydana gelen inanç zayıflığının sebep olduğu benlik ve enâniyetin kuvvet bulmuş olması.
Velhâsıl zulümatlı bir zaman ve zeminde olmamız. Kastamonu Lâhikası, Şuâlar ve Tarihçe-i Hayat’ta geçen ve özet olarak aldığımız bu tesbitlerden şu neticeyi çıkarabiliriz:
Hepimiz insan olarak bu kadar çarpık ve dehşetli bir asırda yaşıyoruz. İnsan olmanın gerektirdiği birçok eksik, kusur, hata, noksan, günah ve olumsuzluklarımıza karşı başta Cenâb-ı Hak’tan af ve mağfiret dilememiz gerekir. Çevremizdeki dost, akraba, komşu, ahbap ve vatandaşlardan çıkan bütün hallerin de, kendi noksan ve hatalarından değil, “asrın dehşetinin” verdiği etki ve baskıdan kaynaklandığını ve bu gaddar asrın hepimiz üzerinde müthiş bir menfî tesir oluşturduğunu bilerek; ona da mutlaka bir pay verilmesi gerektiğini kabullenmek zorundayız. Toplum fertleri olarak hata, noksan ve kusurlarda birbirimize afüvkârâne, muhabbetle, şefkatle, müsamaha ve hoşgörüyle davranıp; menfîliklerden uzak bir fikir tarzını hayatımıza rehber etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Dalâletten çıkan bir merhametsizlik ve genel bir gafletin hâkim olması. Dünya hayatının ağırlaşması. Küçük bir dünyevî ihtiyacın, büyük bir dini ihtiyaca galip gelip tercih edilmesi.
Zor bir zamanın, enaniyet ve bencilliğin hüküm sürdüğü bir devrin başlamış olması.
Şiddetli zulümler ve şiddetli baskıların artması. Fakirlik ve yoksullukla birlikte zarurî ihtiyaçların çoğalması ve geçim derdinin zorlamalarıyla damarların yaralanması.
Fecî, dehşetli, meşhur fitnelerin zemin almış olması. Fenden, felsefeden gelen acib bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyetle nefislerin şımartılmış olması. Fırtınalı zeminlerin çoğalıp, hisleri iptal eden ve insanlığın nazarını boş şeylere dağıtan ve boğan cereyanların topluma hâkim olmaya başlaması ve genel bir sersemliğin cemiyete hâkim olması.
Fitne ateşlerinin yaygınlaşması, menfî Batı medeniyetinin terbiyesine olan meyil. Şerlerin sel gibi toplumu kaplaması. Belâların çoğalması, âfet halini alması. Camla elmasın beraber satıldığı bir ortamın oluşması.
Gaddar medeniyetten çıkan egoistlik. Göreneklerin baskısıyla zarurî olmayan ihtiyaçların, tiryakilik ve tutkunlukla zarurî ihtiyaç haline gelmiş olması. Hâkim cereyanların her şeyi kendi hesabına alması. Harpler, depremler ve yangınlar gibi semavî ve arzî musîbetlerin tesiriyle umumî, şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları. Dünya hayatının baki hayata bilerek tercih edilmesi. Toplum hayatının en temel ve en mühim esası olan hürmet ve merhametin sarsılması.
Hayatı ve cihanı sarsacak hadiselerin çoğalması, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi hâline getirmesi. Hayatını güzelce medeniyet oyuncaklarıyla geçirme iştahının, tiryakilik gibi hastalık haline gelmesi.
İnsanın ulvî lâtifelerinin ve kalb ve aklının nefs-i emmâresinin arkasına düşüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor olması.
Yaşamak damarı ve sadece dünya hayatını düşünmeyi öne çıkaran ve israfa, iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırsa dayanan bir anlayış yüzünden bereketin kalkmasıyla sefahet, zulüm, haramın artması. Komitecilik fitnesiyle hareket ettirilen kitlelerin bir “şahs-ı mânevî” hâline getirilip dalâletin öne çıkarılması.
Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyorsa; asabî sinelerde meydana gelen manevî tahribatın da durağanlık ve strese sebep olması. Maddiyyunluk fikrinin istilâ ettiği beyinlerin, her şeyi maddiyatla değerlendirir hale gelmesi.
Maneviyattan yabanîleşme. Menfî milliyetin çok ileri gitmesi. Metanet ve sadakatin kaybolması. Mimsiz medeniyetin, pisliğiyle dünyayı pislemiş olması. Toplumdaki insanların maalesef “ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez” hâle gelmesi. Bu durumda toplumun ve en başta inanan insanların fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiyeye olan ihtiyaçlarının artmış olması.
Siyaset ve felsefenin hâkim olduğu mevcut durumda hayat şartlarının ağırlaşmasıyla zedelenmesi, Şeriat-ı Muhammediye (asm) ve şeair-i İslâmiyeye karşı yapılan çok acayip, ağır, dehşetli tahribatların ve menfî cereyanların dehşetlenmesi, tarafgirane fikirlerin yaygınlaşması.
Terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve kulluğun yeterince yapılamamasıyla meydana gelen inanç zayıflığının sebep olduğu benlik ve enâniyetin kuvvet bulmuş olması.
Velhâsıl zulümatlı bir zaman ve zeminde olmamız. Kastamonu Lâhikası, Şuâlar ve Tarihçe-i Hayat’ta geçen ve özet olarak aldığımız bu tesbitlerden şu neticeyi çıkarabiliriz:
Hepimiz insan olarak bu kadar çarpık ve dehşetli bir asırda yaşıyoruz. İnsan olmanın gerektirdiği birçok eksik, kusur, hata, noksan, günah ve olumsuzluklarımıza karşı başta Cenâb-ı Hak’tan af ve mağfiret dilememiz gerekir. Çevremizdeki dost, akraba, komşu, ahbap ve vatandaşlardan çıkan bütün hallerin de, kendi noksan ve hatalarından değil, “asrın dehşetinin” verdiği etki ve baskıdan kaynaklandığını ve bu gaddar asrın hepimiz üzerinde müthiş bir menfî tesir oluşturduğunu bilerek; ona da mutlaka bir pay verilmesi gerektiğini kabullenmek zorundayız. Toplum fertleri olarak hata, noksan ve kusurlarda birbirimize afüvkârâne, muhabbetle, şefkatle, müsamaha ve hoşgörüyle davranıp; menfîliklerden uzak bir fikir tarzını hayatımıza rehber etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Benzer konuda makaleler:
- Ahir zaman gerçeği ve insan olmanın gereği
- Bu zamanın cereyanları ve Risale-i Nur
- Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz
- Bu asrın dehşeti mi, insan olmanın zaafiyeti mi? (1)
- Risale-i Nur’da dahilî ve haricî cereyanlar
- Dünyayı dine tercih rejimi
- Çocuk eğitimi ve terbiyesi nasıl olmalı?
- Üç aylarda mânen birbirinin yardımına koşmak…
- Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları
- Takva
İlk yorum yapan olun