Bu kiraza iyi bakın

Cevâd-ı Mutlak, cömertlikte ve ihsanda eşi benzeri olmayan Rabbimiz, tekraren, bir bahar vagonuyla birlikte, bu sene yiyeceğimiz yaz meyvelerini de âlemimize getirdi Elhamdulillah.

Evvelâ, ağaçları tomurcuklandırdı, sonra çiçek açtırdı, sonra yaprak derken, en müntehası, sonuncusu da meyve ile tefriş etti, süsledi, bezedi, donattı.

İnsanların iştihasını çekecek şekilde tat, koku ve boya ile Sıbgatullah’ın tezahürünü en güzel şekilde göstererek boyadı. İnsanın lâtifelerini, beş duyu azasını tatmin edecek şekilde, ağaçlar eliyle bize takdim etti.

Şimdi, resimdeki kiraz tanesine dikkat edin bir kere. Bu sene bol miktarda yediğimiz, yaz mevsiminin en güzel meyvelerinden olan kiraz ile alâkalı, çocukluğumuzda söylenen bir tekerleme vardı. “Dalları bastı kiraz/ Gelin bize gidelim bu yaz” buradan da anlaşılıyor ki, yaz mevsiminin geldiğini ilân eden bu meyve çok acâibtir. Gördüğünüz gibi, bu güzel meyvenin, incecik bir sapı var. Sap, ağacın dallarına bağlı, dallar da ağacın gövdesine.

Eeeee… nolmuş yani?  Daha ne olsun? Ağacın gövdesi de, topraktaki köklere bağlı. Kökler de, incecik damarlarıyla toprağın içine yayılmış. Oradan, topraktan kiraz meyvesinin hazırlanmış ana maddesini alıp, ağacın yukarısına pompalayıp, bu gördüğünüz incecik saptan, balon gibi şişirip, yuvarlak misket kadar bir kiraz olarak bize takdim ediyor, biz de, afiyetle yiyoruz. Olmadı değil mi? Mantığınız kabul etmedi. Olmaz, çünkü öyle bir şey, öyle bir hadise yok ve olamaz da…

O, “toprak” diye basıp geçtiğimiz, çiğnediğimiz, su ile karışınca da “aman üstümüze sıçramasın” diye kaçtığımız “çamur” olan o kesif, karanlık, şuursuz madde, bu kirazı yapabilir mi, îcad edebilir mi? Elbette değil.

Kendisi de, Allah’ın bir emir askeri gibi, her verilen vazifeyi anında yapan toprak, Allah’tan aldığı emirle, hiç şaşırmayarak, karıştırmayarak, kirazın yanındaki başka ağaçların meyvelerini de şaşırıp, yanlışlık yapıp, birbirine yollamıyor. Ve tohum olarak kendisine emanet edilen, içine bırakılan, her bir meyvenin, sebzenin kimyevî analizini yaparak, her birisini, kendi anası olan ağaca, nebata yolluyor. On Birinci Şua’nın, Yedinci Meselesi’ndeki hârika tarif, bunu çok güzel anlatıyor.

Teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, minnacık bir çip, mikroçipe, birçok şeyi sığdırabilen insanoğlu, bırakın bir kirazı, meyveyi, bir maydanozun bir tek yaprağını îcad etmekten bile âcizdir. Hattâ bunun için, bütün dünya toplanıp, Türkiye kadar bir fabrika te’sis etse, yine de bir maydanoz yaprağını yapıp, îcad edemez.

Peki, bunları yapan, îcad eden kimdir? Âyetin ifadesiyle “seyekulune lillâh”  Yani “onları yapan da, yaratan da Allah’tır”. O işler, O’na aittir. O hâlde, biz insanlar da, bize verilen, gönderilen o nimetleri “afiyetle yerken”, yanına şükrü de ilâve etmeliyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*