Bu milletin iffetine kim düşman?

Image
“Kadın meselesi”nin şu son on sene zarfında dünya medyasında en üst sıraya oturduğunun farkında mısınız? Nüfusunun dörtte üçünün açlıkla boğuştuğu, anarşi ve teröre her sene yüz binlerce kurban veren ve çatışma korkusuyla yürekleri ağzına gelmiş şu musibetzede dünyamızda kadının baş gündeme yerleşmesine, dikkatli olanların şaşmaması elbette mümkün değildir.

Bundan bir asır önce kadın meselesini genellikle “feministler” yüklenmişti. Avrupa’da bolşevizm ve Türkiye’de Kemalizm sosyal hadiselere yön vermeye başlayınca “feministler” neredeyse işsiz kaldılar. “Kadının hürriyetini” bahane ile “temel ahlâk çerçevesini” parçalamaya çalışan eski ve modern bolşeviklerin global yağmalarla kısmen ele geçirdiği medyayı kullanarak epeyce mesafe aldığını, cemiyete olan yansımalardan öğreniyoruz.

Her insanın, insanlığının gereği olarak bilmesi lâzım gelen tarihî bir vakıa var.

Menfî istikametteki gelişmeler zamanımızı da şiddetle tesiri altına aldığından “tarihî” de diyemiyoruz. Türkiye’nin kuzeybatısından doğan meşhur “dinsizlik cereyanı,” felsefeye dayanıp semavi dinlerle, bilhassa Hıristiyanlarla savaşarak onları mağlûp etti. Hıristiyanlığın en büyük yenilgisi ahlâkî sahada oldu. İnsaniyet düşmanları evvelâ aileyi tahribe yöneldiler ve oradan da sokağa saldırdılar. Dinsizliğe dayanan ahlâksızlara karşı ne kilise, ne devlet ve ne de sivil toplum duramadığından, çok kısa bir zamanda İstanbul örlerine kadar yayıldı…

BEDİÜZZAMAN KARŞI TAARRUZDA

Emperyalist Avrupa’nın silâhlı saldırısına karşı, en tehlikeli zamanlarda göğsünü vatan ve milletine siper eden Bediüzzaman Hazretleri, yine Kur’ân’la bu mânevî bombardımanı durduracak karşı taarruza geçiyor: Tarih 1920’ler, İstanbul…

“Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzül metaı yapmış. Şer’-i İslâm (İslâm şeriatı) onları rahmeten davet eder eski yuvalarına…” diye başlayan mensur şiirinin açıklamasını 1920’lerin sonunda Barla’da ve 1930’ların başında Isparta’da yaparak, felsefeyi arenayı terke mecbur edecektir. Bilhassa deccaliyete karşı savaşan kiliseye hediye gönderdiği Zülfikar’daki âyet tefsirleri, bolşeviklerin mağlûp ve perişanca kaçışlarını gösterir. (25. Söz, s. 372-74)

GİZLİ KOMİTELER

İnsanlığın içinde bazen eş, bazen anne, bazen evlât ve bazen de kardeş olarak “sevgi tahtını” kurmuş kadının; hürriyet, kariyer, töre cinayeti, sanat veya reklam ile ayaklar altına düşürülmesine kimlerin çalıştığını sizler de merak ediyorsunuzdur. Semavî dinlerde ve bilhassa Kur’ân’da verilen statüyü beğenmeyip, gizlice semavî dinlerle savaşan bu “ahlâk teröristlerini” tanımayı hepimiz candan istemez miyiz? Bediüzzaman Hazretleri 1930’lu yıllarda kaleme aldığı “Hanımlar Risâlesinde” çok ilginç bir tesbitte bulunuyor: “Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahate sevk etmek için bir-iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir-iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.” (Lem’alar, s. 261)

BU GİZLİ KOMİTELERİ TANIYOR MUSUNUZ?

Onları müessese, parti, teşkilât ve kurum olarak siz de tanıyamazsınız, biz de… Yalnız, insanî çerçeveyi iyi tesbit etmiş olanlar, onları icraatlarıyla tanıyabilirler. O komitelerin misyonlarını, özelliklerini ve temel unsurlarını Bediüzzaman’dan okuyanlar; isim, resim, slogan, coğrafya ve formalarına takılmadan, insanlığın iffetine dinsizlik hesabına düşman olan medyayı, köşe yazarlarını, proje yöneticisi akademisyenleri, sanatı ahlâksızlığa alet eden sözde sanatçıları, müstehcen sinemacı, tiyatrocu ve romancıları da çok güzelce teşhis edebilirler.

Bu teşhisi doğru yapmanın ön şartı, Kur’ân’ın insaniyet hesabına kadına verdiği ulvî çerçevenin özelliklerini iyi bilmek. Kur’ân bu çerçeveyi yalnızca Müslüman kadına sunmayıp, bütün dünya kadınlarını, yaratılışlarını ve insaniyetlerini yücelten bu prensiplere sahip çıkmaya çağırıyor. Kadına, Bediüzzaman Hazretlerinin bize kazandırdığı aktüel Kur’ânî açıdan bakanlar; Freud ve Wilhelm Reich’in Avrupa’da ve Troçki’nin Rusya’da kadınlara yaptığı büyük kötülüklerin neler olduğunu daha iyi anlarlar. Rusların Troçki ve Lenin düşmanlığının önemli bir yüzdesi, kızıl bolşeviklerin kadınla bin senelik Rus kültür ve medeniyetini yağmalaması değil mi? Türkiye sahillerine kadar varan Nataşaların acıklı hikâyelerinin ucu Troçki’ye dayanır… Ve hâlâ Rusya ağlıyor.

Sigmund Freud’u Viyana’dan Londra’ya kaçıran bu korku değil miydi? Ayrıca Freud’un ilkelerini halka indiren Wilhelm Reich’i Amerika’da zindanda öldüren de insanlığına düşkün Avrupalının teyakkuzu değil miydi? İstanbul Belediyesinin reklamlarında, RTÜK’ün ekranlarında ve Kültür Bakanlığının sahnelerindeki rezaletlerin Avrupa’nın çoğu yerlerinde yasak olduğunu muhafazakâr AKP’liler mutlaka bilmelidirler. Yeni liberallerin hürriyet dekorlarıyla süsleyip gizledikleri “kadın ve aile düşmanlığını” böyle yutmaya devam ederlerse, hem inandıkları mahşer gününde ve hem de tarih önünde büyük pişmanlıklar yaşarlar.

NOT: Kadın meselesinin neoliberallerce böyle serrişte edildiği bir zamanda, Türkiye’de yapılacak bir “kadın konferansı”nın hem ülkemize ve hem de arayış içindeki Avrupa’ya ufuk açacağı kanaatindeyiz.

Image

 

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*