Bu yaptığın hiç de ŞIK olmadı

Ahmet Şık ve Nedim Şener. Muhtelif yayın organlarında çalışmış, kendilerini yetiştirmiş iki gazeteci meslektaşımız.

Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alındılar ve bir yılı aşan toplam 11 duruşmalı Silivri Cezaevindeki tutukluluk süresinin ardından üç gün evvel (13 Mart) tahliye edildiler.

Tutuklanmaları bizi ne derecede üzdüyse, serbest bırakılmaları da aynı ölçüde sevindirdi. Ne de olsa, aynı mesleğin insanlarıyız ve sadece fikrimizi beyan etmekle vazifeliyiz.

Nedim Şener’in kameralar karşısında aktardığı hususlar, en az kendisi kadar bizi de duygulandırdı.

Ahmet Şık’ın ise, kendi ifadesine göre başına gelenlerin asıl sebebi, geçen sene yayına hazır hale getirmiş olduğu ve “İmamın Ordusu” ismini vermeyi düşündüğü kitap çalışmasıdır.

Aynı kitap, geçtiğimiz günlerde “Dokunan Yanar” ismiyle piyasaya çıktı.
Ayrıca, bu kitabın internet versiyonu da yayınlandı ve pdf formatıyla pakçok okuyucuya servis edildi.
İşte, biz de—yazarı artık serbest olan—bu kitabın bize bakan, yani Yeni Asya ile ilgili olarak bütünüyle yanlış, hatta sahibini utandıracak kadar fâhiş bir hatasını burada nazara verme gereğini duymaktayız.

Kitabın birçok bölümünde Yeni Asya’dan söz ediliyor. Tamamı üzerinde değerlendirme yapmak, köşe yazısı hacmini ziyadesiyle aşar.

Dolayısıyla, burada bunlardan sadece bir tanesi olan “12 Mart Muhtırası” ve muhtıracı cuntacılar hakkında Yeni Asya’nın takındığı tavrın söz konusu kitapta bütünüyle çarpıtılmış olması noktası üzerinde durmak istiyoruz.

Bu noktaya kitabın 17. sayfasında, pdf formatında ise 5. sayfada temas ediliyor.

Tesbit değil, kuru iddia

Ahmet Şık, Yeni Asya’nın “12 Mart Muhtırası” karşısında takındığı tavrını gûyâ delillendirmeden önce, kendince “tespit” dediği şöyle bir iddiada bulunuyor: “Çeşitli tarikat ve cemaatler altında örgütlenen İslâmî yapılar, ideolojik olarak Kemalizm’e karşı dursalar da, her zaman devletin politik yapısını savunan, koruyan ve destekleyen güçlerdi. Çünkü, tarikatların stratejik çıkarlarına hizmet eden her darbeyle, bu yapıların kendilerine rakip olabilecek bütün ilerici ve devrimci kuvvetleri eziliyordu.”

Biraz sonra açıkça anlaşılacağı gibi, bu bir tesbit falan değil, Yeni Asya hakkında düpedüz bir yalan, iftira ve kuru bir iddiadan ibarettir.

Şimdi de, sayın Ahmet Şık’ın “kes, kopyala, yapıştır” usûlüyle kitabında delil–ispat babında zikretmiş olduğu ifadelere bakalım.

“Ordunun verdiği muhtıra üzerine” öyle mi?

Söze giriş ifadeleri dahil olmak üzere, başka birçok yerde de iktibas sadedinde nazara verilen bu husus, “Dokunan Yanar” isimli kitabın 17. sayfasında aynen şu sözler yer alıyor: “Bir dönem Said Nursî’nin avukatlarından olan ve cemaat içindeki etkinliği ile tanınan Bekir Berk’in, Yeni Asya Gazetesi’nin 10 Şubat 1971 tarihli sayısında, ordunun verdiği muhtıra üzerine yaptığı değerlendirme tam da bu tespitimizi doğrular nitelikteydi:

‘Bu ses tarihimizin sesidir. Bu ses sanki Mohaç’tan gelen sestir. Bu ses Malazgirt’ten yükselen bir sestir. Bu ses Kanije gazilerinin sadâsını aksettirmektedir. Bu ses hürriyet ve istiklâlimizin, bu ses din ve imânımızın, şerefimizin ve hasiyetimizin bekçileri şerefli paşalarımızın, erlerimizin tek kelimeyle Mehmetçiğimizin sesidir…

Bu ses, sağa da sola da gelişi güzel yumruk sallayanların değil, tehlikenin nereden geldiğini bilen, gören ve onun üstüne yürüyen ve onlara son defa ‘Hizaya gel’ komutunu verenlerin sesidir.

‘Bu ses, meseleleri kànunların çerçevesinde halletmek isteyenlerin, bu ses millet iradesini korumayı ahdedenlerin sesidir…” (10 Şubat 1971)

Muhtıra 12 Mart’ta verildiğine göre…

Sanırım, Ahmet Şık’la aynı zâviyeden bakanların düşmüş olduğu fâhiş hatayı sizler de hemen fark etmişsinizdir.

Ama, besbelli ki, onlar peşin hükümlü hareket etmişlerdir.

Bundan dolayı da, Yeni Asya’nın 10 Şubat 1971 tarihli nüshasında çıkmış olan orduyla ilgili bir yazıyı, tutup sanki “12 Mart Muhtırası”ndan sonra kaleme alınmış gibi, düz mantığa bile takla attıran tuhaf mı tuhaf bir değerlendirmeye tâbi tutmuşlardır.

İşte, buna katmerli bir hata, yahut cehl–i mürekkep derler.

Evet, bu kimseler öyle bir hataya düşmüşler ve peşin hükümlülük marazı gözlerini öylesine bürümüş ki, kerratla okuyup gözden geçirdikleri “10 Şubat” tarihini es geçerek, bu tarihli yazıyı bir ay sonra vuku bulan “12 Mart Muhtırası”yla ilgili değerlendirmelerin arasına sokuşturmayı mârifet bellemişlerdir.

Sayın Şık, Av. Bekir Berk’in 10 Şubat 1971 tarihli yazısını nasıl olup da kitabınızda “ordunun verdiği muhtıra üzerine yaptığı değerlendirme”ye çevirdiniz.

10 Şubat’ın 12 Mart’tan önce geldiği, hiç mi dikkatinizi çekmedi? Bunu size hiç mi hatırlatan bir dostunuz olmadı?

Eh, madem şimdi öğrenmiş oldunuz, o halde lütfen bu hatanızı hemen düzeltme cihetine gidiniz ve özellikle Yeni Asya camiasının hiçbir zaman darbecilere, cuntacılara yakın durmadığı, onların tavırlarına sıcak bakmadığı şeklindeki hakkını açık şekilde teslim ediniz.

Doğrusu nedir?

12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrasındaki gelişmeler ve bilhassa Yeni Asya’nın takınmış olduğu tavrın ne şekilde olduğunu öğrenmek isteyenlerin, 1977’de Hüseyin Demirel imzasıyla yayınlanan “12 Mart’ın İçyüzü” isimli kitabı bulup okumalarını tavsiye ederiz.

Bu kitapta herşey açık bir dille ve bütün delilleriyle ortaya konmuş durumda.

Meselâ, cuntacıların desteğiyle başbakanlık makamına getirilen Nihat Erim için, Yeni Asya’nın manşet haberi aynen şu başlıkla sunulmuş:

Partilerüstü (!) Başbakan Bulundu:

CHP Milletvekili Nihat Erim
* * *
Bununla beraber, Av. Bekir Berk’in söz konusu tarihli Yeni Asya’da “Kahraman Türk ordusu” hakkında, şân ve şerefle dolu mâzisini nazara vermek sûretiyle yazmış olduğu makalesi yayınlanmıştır.

Ancak, bu makale sûret–i kat’iyyede “cuntacılara övgü” mahiyetinde değildir. Olması da imkânsız.

Tam tersine, o yazı Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın, o günlerin bazı medya organlarında çıkan ve ordunun şeref ve haysiyetini doğrudan hedef alan (burada zikretmekten haya ettiğimiz) karalayıcı, tahkir ve tezyif edici mahiyetteki yayınlara karşı yapmış olduğu “meşrû müdafaa” sadedindeki açıklamalarına binaen yazılmış.

O dönemin cuntacıları olan milliyetçiler ile sosyalistler, hiç çekinmeden “İktidara seçimle, demokrasiyle varılmaz” diyebiliyorlardı.

Bu iki kesimin de cuntalarla irtibatlı olduğu sonradan açıkça anlaşıldı.

Mahir Kaynak’ın sonradan deşifre etmiş olduğu “Sosyalist Cuntası”nın başında Korgeneral Cemal Madanoğlu, milliyetçi cunta tarafının başında ise Kurmay Yarbay Orhan Kabibay bulunuyordu.

Bu iki şahıs da, 27 Mayıs Darbesinin sabıkalıları arasında yer alıyor.

Öte yandan, “12 Mart Cuntası” liderinin de Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, ikinci adam ise Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler olduğu bir vakıadır. Genelkurmay Başkanı Org. M. Tağmaç, onların tesiri altında muhtırayı imzalamaya mecbur kalmıştır.

Bir konunun bütün yönleri bilinmediği takdirde, yapılacak değerlendirmeler ya eksik, ya da yanlış olur. Ahmet Şık da, işte hiç de şık düşmeyen böylesi bir hataya düşmüş görünüyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*