“Bu yazıyı on kişiye gönder, Cennete gir”

Biz Müslümanların hemen hemen her durumda birbirlerine duâ edecek vesileleri ve kalıplaşmış cümleleri vardır.

Bu konuda güzel bir âdet edinmişiz. Gün içinde hayırlı günler, hayırlı işler, kolay gelsin, Allah’a emanet ol gibi kalıplarımız eksik olmaz. Biri yeni bir şey aldığında, evlendiğinde, çocuk sahibi olduğunda hayırlı olsun, gözünüz aydın gibi sözlerimiz de güzel tebriklerimizdendir. Bir de bayramlarımız, seyranlarımız, özel gün ve gecelerimiz var. Fakat bunlara ait tebriklerimizi biraz daha özel yapmaya gayret ederiz. Ya bizzat ararız, ya mesaj atarız, ya da sosyal medyada toplu tebriklerle bu günleri herkese mübarek kılarız. Müslümanın her an dilinde duâsının olduğunu bilmek güzel bir şey.

Bazen de bu olayı abartırız. Özellikle de teknolojinin gelişip çevremize ulaşmanın, haber göndermenin kolaylaştığı bu zamanda mesajlarımızı süslemeyi, uzun uzun yazılar yazmayı sever olduk. Hatta bunun da zamanı geçti diyebiliriz. Artık yazılmış mesajları ya da hazırlanmış kartpostallık fotoğrafları alıp toplu mesajlar şeklinde herkese ulaştırıyoruz.

Belki de bazı zamanlarda ve bazı kişiler olarak yolladığımız mesajı tam anlamıyla kendimiz de okumayıp “işte maksat tebrik etmiş olmak ya” diyerek olduğu gibi yolluyoruz. Geçmiş kandilin mesajıyla yeni kandili kutlayanı bile gördüm. Ya mesajı hiç okumamış düzeltmesini yapmamış ya da kandil olduğunu duymuş, fakat ne kandili olduğunu bilmeden elinde bulunan bir kandil mesajını aynen yollamış. İki güzel duâ, bir hadis, bir de âyet gördük mü bundan güzel mesaj mı olur yolla gitsin.

Hiç, böyle bir âyet var mı, bu hadis sahih mi, diye araştırma zahmetine girmiyoruz. Oysa elimizde teknoloji nimeti var, faydalanamıyoruz. Âyetler bellidir zaten, nereye baksan bulursun doğrusunu. Hadisler de biraz tereddüt yaşayabiliyoruz. Çok kaynak var ve hangisi sahih kaynak hangisi değil bilemiyoruz. Alanımız olmadığı için de bu kaynakların hepsini ezbere bilmemiz gerekmiyor. Fakat en azında sayıları belli olan sahih kaynakları bilmeliyiz diye düşünüyorum. Kitapların isimlerini, kime ait oldukları ve şu babta derken ne demek istediğini öğrenmeliyiz.

Sahih bir hadis kitabında geçen bir hadisi gördüğümüzde hadisin bize garip gelmesinden dolayı onu inkâra gitmek de doğru bir davranış değildir. Hadis belki de tevile ihtiyacı olan bir hadistir. Ya da bizim kısır fehimimiz onu anlamaya yetmemiştir.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri’nin şu sözleri rahatlatıcı gelmektedir: “Buharî, Müslim, İbni Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha (sahih hadis kitapları), tâ zaman-ı Sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, meselâ Buharî’de görmek, aynı Sahabeden işitmek gibidir”1 O zaman bu kitapları bilelim.

Ehl-i Sünnet tarafından en sağlam hadis kaynakları olarak kabul edilenler: Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Nesai. Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn Mace isimli hadis kitaplarıdır. Bir görüşe göre bu altı kitabın sayısı dokuza da çıkarılabilir. Sonraki dönem âlimlerinden İmam-ı Suyutî, İmam Nevevî, Aclunî, Aliyyü’l-Kârî de sahih hadis derleyip toplamakta ehliyet sahibi oldukları ümmetçe kabul edilmiş âlimlerdir.2

Kaynak ya da dipnot gördüğümüzde bir durup bakmalıyız. Hatta bunu okuduğumuz her yazıda; makale olsun, köşe yazısı olsun, kitap veya dergi olsun, yapmalıyız. Sahih kaynakları öğrendikten sonra hiç olmazsa bir de mevzu hadisler dediğimiz uydurulmuş hadislerin toplandığı kitapları bilmeliyiz. Yazıyı yazan şahıs kaynak kısmına bilerek ya da bilmeyerek uydurulmuş hadis kitabını kaynak olarak koyabilmektedir. Biz de “tamam işte kaynaklarda da varmış” deyip kabullenmekteyiz. Hâlbuki bilmiyoruz ki o kaynak nasıl bir kaynak, içinde ne barındırıyor.

Bir de şu sayı şartı koyup Cennet vaad eden mesajlara bir bakmak lâzım. Duyduğumuz güzel bir yazıyı, güzel bir müjdeyi başkasına haber vermek yanlış bir davranış değildir. Hatta Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘’Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”3 buyurulmaktadır. Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani’l-münker diye bildiğimiz Müslümanın bir vazifesini bildiren bu söze kaynaklık eden yukarıdaki âyete baktığımızda bu davranışın güzel bir davranış olduğunu da görüyoruz. Fakat bir sayı şartı koymanın kaynaklarda yerini göremeyiz. Hele hele Allah adına Cennet vaad etmek hiçbirimizin haddi değil. “Allah hakkında yalan uyduran ve kendisine gelen doğruyu yalan- layandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirlere yetecek kadar yer yok mudur?”4 âyetinin dehşetinden kendimizi korumalıyız. O sebeple bu mesajlara itibar etmeyelim. Yayarak şeytan ve arkadaşlarına da yardım etmeyelim. İslâmiyet’in böyle sayılara indirgenip ucuza Cennete götürecek kadar basit olduğunu düşünmek hem Cenneti hem de Müslümanlığı hafife almak olacaktır.

Nurefşan Akkaya

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 19. Mektup, 9. İşaret, s. 221.
2- Süleyman Kösmene, Hadislerde Sıhhat Ölçüleri.
3- Al-i İmrân, 3/104.
4- Zümer, 39/32.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*