Bugünün dünyasında Kemalizme yer yok

Son günlerin en büyük eleştiri konusu “Kemalizm” ve “Kemalistler”. Başka bir ifade ile ulusalcılar. Biz de bu hafta Ulusalcıların fikir haritasını ortaya çıkarmaya çalışan Selma Şevkli’yle konuştuk. Kendisinin de belirttiği gibi, Kemalistleri genel bir kategori olarak değerlendirmek mümkün değil. Kendi içlerinde de farklılıklar var. Ancak bu Kemalist sistemi eleştirmemize engel olabilecek bir durum değil. Cumhuriyet Mitinglerinin düzenlendiği sırada hazırladığı tezi “Bir Ulusalcı Nasıl Düşünür?” kitabına çeviren Şevkli, Kemalist sistemin mağdurları arasında, Kemalistlerin görülebileceğini söylüyor. Çünkü onlar da üstten dayatılan bir kimliğin zorunlu taşıyıcıları. Belki de Kemalist sistemin yanlışlarını insan penceresinden karşılıklı konuşarak tartışmak daha kolay olabilir…

Sizin için “Ulusalcı” kimdir?

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, tezimin resmî adı “Resmî söylemden kültürel kimliğe Türkiye’de seküler milliyetçilik”. Ancak yayınevi tezi kitaplaştırırken ismini “Bir ulusalcı nasıl düşünür?” şeklinde formüle etti. Sorunuza gelecek olursak, Ulusalcı; “Kemalist refleksleri güçlü, vatansever görünümlü, olmak istedikleriyle oldukları arasında fazlaca fark olan, Türkiye’deki tabu konularda oldukça hassas davranan, ancak homojen bir grup oluşturamayacak kadar geçişgenlikler barındıran” topluluk. İçlerinde inançlılar da, inançsızlar da var. Ama çoğunun inançlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hepsinin ortak özelliği Atatürk’ün büyük önem taşıması… Son zamanlara kadar Kemalistler ülkenin aydınları gibi görünüyorlardı. Kürt ve Ermeni sorunu, AB konusundaki genel bakışlarını sorguladıkça aslında aydın olmadıklarını gördük.

“Olmak istedikleri” ile “oldukları” arasındaki farkı nasıl açıklıyorsunuz?

Çoğu AB’ye vatanseverliklerinden dolayı karşılar, ancak çoğu Avrupa’ya gidip geliyor, hepsi yabancı marka giyiyorlar. Öbür taraftan vatanseverlikle, cumhuriyetle ilgili mitinglerde önde yürüyorlar, fakat askere gitme konusunda isteksizler. Çürük raporu alıyorlar, araya torpil koyup Doğuya gitmiyorlar. Diğer taraftan ordu onlar için eleştirilemeyecek tabu bir kurum. Sanki ülkeyi en çok seven onlarmış gibi, en büyük cumhuriyet eylemlerini Bağdat Caddesi’nde yapıyorlar. Biliyorsunuz, Dağlıca Baskını’ndan sonra Kırşehir’den bir grup genç kanlarıyla Türk Bayrağı yapıp Büyükanıt’a göndermişti. Görüşme yaptığım kişilere bunu sordum. Bazıları ileri gidildiğini düşünse de bazıları için bu heyecan vericiydi. Peki, “Sizin çocuğunuzun böyle bir şey yapmasını ister misiniz?” dedim. “Hayır” dediler.  PKK’ya karşı verilen mücadelede “Başkasının çocuğu ölsün, benim çocuğum ölmesin” yaklaşımı gibi…

Peki, nasıl bir eğitimden geçiyorlar?

Hepimizin geçtiği millî eğitim sisteminden. Aslında eğitim sisteminin yegâne ideal vatandaş tipi onlar; devletin kararlarını sorgulamayan, orduyu yücelten, Atatürk’ü putlaştıran. Bu sınırların dışına bazı insanlar ya dini inanışlarıyla, ya etnik kimlikleriyle, ya da entelektüel çabalarıyla çıkıyorlar.

Bu kadar Avrupa’yla bağlantılı olup demokrasiye mesafeli durmak mümkün mü? Kemalizm ile demokrasinin birbiriyle çeliştiğini görmüyorlar mı?

Onlar için Kemalizm dinî bir inanış. Bu nedenle de çok büyük sorgulamalar içine girmiyorlar. Oradaki demokrasi bize bir beden büyük diyorlar.

Acaba, Türkiye’ye demokrasi gelirse resmî ideolojinin oluşturmaya çalıştığı yurttaş tipine zarar gelir düşüncesinde olabilirler mi?

Bizdeki cumhuriyet Fransa’daki gibi halkın isteyerek meydana getirdiği bir devrim değil. Tam tersine tepeden gelmiş kimlik giydirmesi. Ulusalcılar da üzerlerine giydirilmiş bir şeyi yaşıyorlar. Bu giysinin kendilerine uygun olmayan tarafları olduğu için onlar da ironik durumlar yaşıyorlar. Nüfus kâğıdına İslâm yerine Atatürk yazdırmak isteyenden, İsa yerine Atatürk geri dönsün diyene kadar birçok fikirle karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bütün fikirler birbirine karışıyor. Avrupa’da aydınlanma olurken, insanlar aklı dinin yerine koydu. Fakat bu Türkiye’de insanların tercihi olmadı. Türkiye’de devlet, dini geri çekip onun yerine başka bir şey koydu. İnsanlar şu an onun krizini yaşıyorlar.

Meclise pantolonla girmek tartışılırken, Emine Ülker Tarhan “Bize seksen sene önce pantolonu veren verdi” diyerek M. Kemal’e atıf yaptı. Peki, cumhuriyet döneminde kadın hareketlerinin neredeyse yasaklandığını bu kişiler bilmiyorlar mı?

Nereden bilecekler. Millî eğitim müfredatında bunlar anlatılmıyor ki… Biz hâlâ onları modern, gelişmiş olarak gördüğümüzden beklenti içine giriyoruz. Öbür taraftan, toplumda onlara karşı bir kızma olduğu gibi, bir taraftan da özenme var. Sonunda gördük ki, onlar süper ahım şahım insanlar değiller.

Sizce, sorgulamama durumunun oluşmasında rejimin onlara sağlamış olduğu avantajlar yok mu?

Zamanında böyle şeyler olmuş, ancak bu tam tersine dönmüş durumda. Şimdi iktidarın pay alanları değişti. Fakat hâlâ bir sürü gazeteci ve yüksek mevkideki insan o görüşten geliyor. Her zaman etkin bir azınlık olduklarını söylemek yanlış olmaz.

Bugün hâlâ birçok yemini Atatürk üzerinden etmeyi nasıl buluyorsunuz?

Devletin yaptırımı olduğundan mecburen yapıyoruz. Avrupa’da da insanlar inançlı olmadıkları halde evliliklerinde, doğumlarında ve ölümlerinde bazı seremonilere devam ediyorlar. Bizde de içi boşalmış olmasına rağmen Atatürk çok tabulaştırıldığından böyle şeyler devam ediyor.

Ulusalcılar medyada kimleri takip ediyorlar?

Ertuğrul Özkök’ü seviyorlar. Hürriyet, Milliyet, Vatan gibi gazeteleri okuyorlar. Muhafazakâr gazeteleri okumuyorlar. Onlar için dindarların hepsi aynı düşünür; hangi cemaatten olduğunu, hangi siyasî çizgiyi desteklediklerini merak etmezler. Aynı durum dindarlar için de geçerli. Onlar da ulusalcıları tek ve homojen olarak algılıyorlar.

Cumhuriyet mitinglerine büyük bir heyecanla giden insanların psikolojisinde bir değişim var mı?

Bırakmış, vazgeçmiş, konuşmak istemeyen, bıkkın haldeler. O dönem bir şansları olduklarını düşünüyorlardı. “Şimdi herkes hapiste” gibi bir algı içindeler.

Kendilerini yenileme gibi gayret içine girmiyorlar mı? Kendi içlerinde bir tartışma olmuyor mu?

Oluyor tabiî. Şu an CHP’nin yaşadığı tam olarak böyle bir şey… Artık cumhuriyet döneminin söylemleriyle bu işler gitmiyor. Bunun ötesine geçmek ve zamanı yakalamak gerekiyor. Başörtüsü yokmuş gibi davranmayı da bıraktılar. Sürekli savunma ve saldırma pozisyonunda yaşamak onlar içinde zor.

Başörtüsüne bakışlarında ne gibi değişimler oluyor?

Hayatlarında Alevî, Kürt ya da başörtülü biriyle ilişki kurmuşlarsa bakışları daha iyi… Ama fikirler üzerinden konuşulduğunda katılaşıyorlar. Meselâ başörtülü biriyle arkadaş olmuşlarsa, “Çok iyi bir kızdı, devleti yıkmaya çalışmıyordu” gibi yargı bildiriyorlar. Sanki diğerleri devleti yıkmaya çalışıyorlarmış gibi. Türkiye’yi ayakta tutan, insanların birbirine değerek yaşaması…

Dindarların laiklere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsun?

Onlara da kızıyorum. “Ehl-i dünya” deyip geçiyorlar. Dindarlar da etiketleyici yaklaşıyorlar. Eskiden daha tepkililerdi, ancak güç onlara geçtiği için çok önemsemiyorlar. Artık gündemleri daha başka büyük bir değişim geçiriyorlar. Dindarlar dünyaya entegre oluyorlar, modern hayatla içli dışlı hale geliyorlar; kadın erkek ilişkilerinde, kadınların iş hayatına girişinde… Ancak daha küçük cemaatler ve tarikatler “modern hayata hayır” diyebiliyorlar.

Ulusalcıların Kürt sorununa bakış açıları nasıl?

Kürt sorununun farkındalar. PKK’yı eleştirebiliyor, ama Atatürk’ün bu konuda hata yapmadığını, ya da ordunun yanlış yapmadığını düşünüyorlar. Kürtlerin devlete karşı ihanet ettiğini, verilenlerle yetinmediklerini söylüyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi, bu tür konular tabulaştırılan üzerinde tartışılmamış konular. Meselâ, Hrant Dink barış yanlısı da olsa onun Ermeni olması, karşı tarafta olması için yeterli oluyor. Bu nedenle öldürülmüş olmasından çok da etkilenmiyorlar.

Anıtkabir’le olan ilişkilerini nasıl yorumladınız?

Türbe gibi… Tam bir dinî motif aslında; Kemalizm dininin peygamberi ya da tanrısı olarak Atatürk’e duâ etmek, ona birilerini şikâyet etmek veya mabet olarak kullanılan bir mekân. Benim çalışmayı yaptığım dönemde Kanaltürk’ün yapısı başkaydı. Tuncay Özkan önemli bir karakterdi. Özkan dinî bir karakter gibi insanların duygularını galeyana getiren bir vaiz gibi hareket ediyordu.

Bütün bunlara baktığınızda laik kesimin Kemalizmin asıl mağdurları olduğunu düşündünüz mü?

Daha önce tepkili olduğum insanlardı. Daha sonra “onlara da yazık” dedim. Çünkü, onlar da bu sistemin mağdurları, mağdur oldukları sistemi din gibi benimsemişler. Garip bir kimliğe bürünmüşler. Artık sahip oldukları şeyleri de kaybediyorlar. Gerçekten kafaları çok karışık. Şu an kaybettiklerini düşünüyorlar. Onlar için zor bir dönem.

Kemalizmin bittiğini düşünüyor musunuz?

Atatürk ilke ve inkılâpları hâlâ anayasal bir ideoloji. Her zaman onu savunanlar olacaktır. Savunanların azaldığı doğru, ancak geride kalanlar daha da radikalleşiyorlar. Geçen Antalya’ya gittim, bir sitenin önünde “Buraya sadece Atatürkçüler girebilir” yazıyordu.

Kemalizmin dünya üzerinde bir söz sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?

Dünya konjonktüründe Kemalizm yok! Kemalistlerin gündeminde de vatanı kurtarmaktan dünya ile ilgilenecek vakit yok! Türkî cumhuriyetlerde de Atatürk önemsenmiyor. Resmî ideolojiyle bir bağlantıları yok. Türkiye ile kurdukları ortaklık ise, din ve dil ortaklığı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*