Bumerang

alt

Bir taraftan PKK’ya yönelik askerî operasyonların, diğer taraftan örgütün sivil uzantısı olarak nitelenen KCK’yı hedef alan gözaltı ve tutuklamaların son dönemde hızlanarak ve yoğunlaşarak devamını yorumlarken, bu gelişmelerin MGK gündemine gelen ve Başbakan Erdoğan tarafından imzalanan “Bölücü faaliyetlerle mücadele eylem planı” çerçevesinde cereyan ettiğini daha önce yazmıştık.

(2.10.11 tarihli “İrtica bölücülüğe karşı!” ve 5.10.11 tarihli “İrtica ve bölücülük” yazılarımız.)
Bu yazılarda altını çizmeye çalıştığımız nokta, cumhuriyetin başından bu yana resmî ideolojinin devlete mal ederek ortaya koyduğu iki kırmızı çizgiden birinin “irticaya karşı laiklik,” diğerinin de “bölücülüğe karşı devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” olduğu ve son dönemde, düne kadar “irtica” ile suçlanan kadroların iktidar olması üzerine, irtica ithamlarının şimdilik geri plana itilerek, aynı iktidarın “bölücü tehdit”le mücadeye yönlendirilmesiydi.

Peki, 28 Şubat’tan bu yana irticayı bir numaralı iç tehdit olarak gören anlayış terk edildi mi?

Hükümet, “gizli anayasa” olarak bilinen Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde yapılan en son güncellemeye göre, irticayı iç tehdit olarak niteleyen değerlendirmenin metinden çıkarıldığını, onun yerine tehdit oluşturan radikal örgütlerin tek tek sıralandığını ifade eden mesajlar verdi.

Ama söz konusu belge yine gizli tutulduğu için, işin aslının ne olduğu tam olarak anlaşılamadı. Derken, görevde iken darbe girişimlerini önlediği söylenen ve “Demokratlığımla övünüyorum” diyen Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün bu konudaki şaşırtıcı beyanları çıktı.

“İrtica TC için her zaman tehdit olmuştur ve olacaktır” diyen Özkök “MGSB’de adına irtica dense de, denmese de bu böyledir” diye ekledi ve ilâveten bunun hükümetle ilgisi olmadığını söyledi. (Utku Çakırözer, Cumhuriyet, 13.1.12).

(Yeri gelmişken, “mutedil ve demokrat” Özkök’ün, Genelkurmay Başkanı olarak Harp Akademilerinde yaptığı bir konuşmada “Türkiye İslâm ülkesi değildir” dediğini de hatırlayalım.)

Halen görevde olan muvazzaf Genelkurmay Başkanının konumu gereği ifade edemediği bazı hususları seleflerine söyleterek, verilmek istenen mesajları onlar kanalıyla kamuoyuna iletme geleneğinin eskiden beri işletildiği mâlûm.

Meselâ Kenan Evren’in henüz sanık konumuna düşmeyip sağlıklı ve zinde olduğu günlerde, kamuoyunda tartışma konusu olan bazı stratejik konularda kritik mesajlar verdiğini biliyoruz.

Özkök de benzer bir misyon mu üstlendi?
Tabiî irtica denince neyin kast edildiği de ayrı ve derin bir konu. Ve Özkök başta olmak üzere TSK çevrelerinin “İnançlı ve mütedeyyin vatandaşlarla sorunumuz yok” dedikleri de biliniyor.

Ama bu ülkede irtica ile mücadele adı altında öyle şeyler yapıldı ki, “Onlara saygılıyız” denilen dindar kitleler kendilerini ağır baskı altında hissettiler, incindiler. Çarpık bir laiklik anlayışı adına, dinin toplumsal ve sosyal alandaki bütün tezahürlerini irtica olarak görüp insafsızca hücum eden ve devlet gücünü kullanarak din ve vicdan hürriyetini baskı altına alan uygulamalar, ülkede çok ciddî huzursuzluklara yol açtı.

Bu bakımdan, keyfî yorum ve uygulamaların önüne geçmek için, laikliğin de, irticanın da, ortak mutabakata bağlanan net tarifleri yapılmalı.

İrtica ile, haddizatında dinin de reddettiği taassup kast ediliyorsa, bu açıklığa kavuşturulmalı ve mücadele de zor kullanarak, dayatmacı yöntemlerle değil, dinle bilimi kaynaştıran eğitim programlarıyla cehaleti izale ederek yapılmalı.

Bu yapılmadan “İrticayı tehdit olmaktan çıkardık” denildiğinde Özkök’ün dediği şey oluyor. Kâğıt üzerinde kalkmış gibi görünse de zihinlerde devam ediyor. Ve sıkıntı da sürüyor.

“Bölücü tehdit”le mücadelenin düne kadar irtica ile suçlanan kadrolar eliyle sürdürülmesi ise, bunun ilk fırsatta önce onları vuracak bir bumeranga dönüşme riskini beraberinde getiriyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*