Bunlaar, dağa taşa korkuyu sindirdiler!

Bu sözler, rahmetli Demirel’e aittir.

Süleyman Demirel, çok acâib bir insandı. Demokratlara yapılan, TC’nin ilk hâin ihtilâli olan, 27 Mayıs 1960’ın neticesinde, vahşi barbarlar tarafından, memleketin koskoca Başbakanı Adnan Menderes asılmıştı.

Onun rövanşını, milletin temsilcisi olarak, beş sene sonra, 1965’de Süleyman Demirel, AP Genel Başkanı olarak, yine millet tarafından iktidara getirerek almıştı. Ve ilk defa başbakan olduktan sonra da dâhilî ve hâricî şer ittifak kuvvetleri onun aleyhine ittifak etmekte geç kalmamıştı. Ve onlar tarafından döndürülen çeşitli hîle ve dolaplar neticesinde, ona da ilk defa 12 Mart 1971 hâin hareketi yapıldı. İsmi, “muhtıra” ama örtülü bir ihtilâldi ve öyle bir ihtilâl ki Demokratların beline sinsice ve bir daha ayağa kalkamamacasına vurulan bir darbeydi o. O tarihten itibaren yapılan; şeytânî ayak oyunları v.s.ler neticesinde, o gün, bugündür, Demokratların tek başına iktidara gelmesinin önü kesilmiş oldu.

Ve o günden, tekrar beş sene kadar sonra Demirel, koalisyon şeklinde de olsa, iktidara gelmişti. Ama ah fitne! Beş’er sene gidiyor ya, 80 alçaklığının zemini hazırlanmaya başlanmıştı bile… Milleti sürükledikleri kargaşalardan sonra, memleketin vahim vaziyetinden hâlâsın, ancak 79’daki AP azınlık hükümetinde gördüklerinden, ona elleri mahkûm oldu. AP azınlık hükümeti icraatlara fırtına gibi başladı. Milletin takdir ettiği ve gözyaşlarıyla karşıladığı en büyük icraat da, 8 Ağustos 1980’de Ayasofya’nın hünkâr mahfilinin ibadete açılması, minarelerinden ezan okunması, Hırka-i Saadet’ten de, Kur’ân okutulması oldu. Bu olacak iş miydi? Kemalist güçler müsaade eder miydi buna?

Neticede, etmediler de…  Ayasofya hadisesinden 35 gün sonra,12 Eylül 1980 günü, her ihtilâl sonrası olduğu gibi,  hem Demokratlara, hem de Nur Talebelerine bir darbe vurup, ortalığı darmadağın ettiler. Öyle bir darbe ve darmadağınıklık ki, Nur cemaatinin arasına en büyük iftirakı sokup, “ihtilâlcilerin muhibleri ve karşı gelenler” gibi bir hâlle, hâllendirdiler. Demokratları yine, bu üçüncü ihtilâlle de iktidardan alaşağı ettiler. Bütün partileri kapattılar. Parti liderlerinin hepsini hapsettiler. Konuşmalarının dahi yasaklanacağı bir hürriyet tahdidi getirdiler. Neyse şükür, nefes almalarına müsaade ediliyordu ya… o bile büyük bir nimetti (!)

Siyasetçilere o muameleler yapılırken, milletin de anasını ağlatıyor, artık, akla-hayale gelmedik; zulüm, haksızlık, bed muamele ve “kaşının altında gözü var” bile dedirtmenin cezalandırıldığı kötü günler yaşatıyorlardı. Millet korkudan sinmiş, hiçbir şey diyemiyordu. Düşünün, anayasa referandumunda, onların istemediği mavi renk kullandı diye, Yeni Asya’ya bile kapatma cezası verilmişti. Bu kadar zulüm ve alçaklıklar, almış başını yürümüştü. İnsanlar, artık birbirinin yüzüne bakmaya korkuyordu…

İşte bu hâllerden sonra meydanlara inen Demirel, milleti ile bir araya geldiği mitinglerde, 12 Eylül’cüleri kastederek; “ Bunlaaaarrr…. Dağa- taşa korkuyu sindirdiler! Korkuyu sindirdiler!” diye haykırıyordu…  Bundan başka, unutmadığım bir sözü daha vardı. 12 Eylülcülerin, bu zorbalık ve haksızlıklarına çok kızar, durduk yerde, insanları hapse tıkan, sorgusuz sualsiz zulüm ve işkence yapan, haksız ve adaleti ayaklar altına alan hâllerinden ve demokrasiyi rafa kaldırdıklarından dolayı, şunu da söylerdi. “Demokrasiyi tarif etmek çeşitli şekillerde yapılabilir. Ama hangi şekilde tarif ederseniz edin, bir yere çıkar. Meselâ Churchill demokrasiyi şöyle tarif ediyor: ‘Sabahın köründe, alacakaranlıkta kapınız çalındığı zaman bunun sütçü olduğundan emin olmanın adıdır demokrasi’ aslına bakarsanız bu, korkusuz yaşama hakkının çok güzel ifadesidir. Kapınızı sabahın köründe kimse çalmaz, çalamaz. Yani ne kişiler çalar, ne devlet çalar. Çalsa çalsa sütçü çalar. Sütçüden başka kimse çalamaz..“ (Köprü Dergisi, Ekim 1985 sayısı)

Allah rahmet eylesin, ölümünden sonra ancak kıymeti daha da anlaşılmıştı. Ama herkes, her zaman, haykıracak bir meydan bulamaz. Bulsa da, herkes Demirel gibi, öyle sözleri de haykıramaz…

12 Eylül’den sonra, yine Demokrat misyonun ortak olduğu ve hatta Başbakanlığın da o zamanki DYP genel başkanına devredilmesine ramak kala meydana getirilen 28 Şubat 1997 hadisesi de, yine Demokratlara yapılmış, iktidar alaşağı edilmişti. Bunları yazarken birden aklıma geldi. 1960 ihtilâlinden bu tarafa yapılan; 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat, hep Demokratlara yapıldığı gibi, hep de hükümetleri, haksız yere, silâh gücüyle, iktidardan alaşağı edilmiştir. Fakat şu son 15 Temmuz ihtilâl bozuntusunda ise, şimdiye kadar olmayan bir ilk meydana gelmiş, mevcud hükümetin iktidarı daha da perçinlenmişti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*