Burası, Peygamberimizin (asm) amcası Ebu Cehil’in evi!..

aşırıp da, yanlış yazdığımı sanmayın (bilenler için tabiî) şaşıran ben değilim. Şaşıran veya yanlış söyleyen, ilm-i enâniyet sahibi, muannid bir hoca.

İçinde bulunduğumuz “Hacc” ayının ve kurban bayramının son gününü de, dün idrak ederek, Elhamdulillah, Hicrî 1442 senesinin, son mübarek gün ve gecelerini bitirmiş olduk. Bu vesileyle, o mübarek beldeleri hatırladık. İki senedir, Türkiye’den, hacc veya umre ibadeti için gidilemeyen mübarek beldeleri…

Birkaç sene evvel gittiğimiz bir umre ibadeti için Mekke-i Mükerreme’deyiz. Delil olan hocamız otobüs içindeki cemaate anlatıyor. Peygamberimiz (asm) zamanındaki hadiseleri yeri geldikçe îzahatta bulunuyor. Bir yere geldik eliyle işaret ederek, “Eveeettt,  burası da, Peygamberimizin (asm) amcası Ebu Cehil’in evi” deyince şaşırdım. En ön koltukta oturuyorum. Evvelâ sürç- ü lisân ettiğini zannettim. Dedim ki, “Hocam, kâfirleri karıştırdınız galiba. Peygamberimizin (asm) amcası Ebu Cehil değil, Ebu Leheb’dir” dedim. “Ha, evet şaşırdım ya, kusura bakmayın doğru” diyeceği yerde, inadına demez mi, “yok, amcası Ebu Cehil.” Tabiî, insanların bunu bilen ehl-i tahkik sayısı var mıydı bilmiyorum. Ama pek kimseden ses çıkmadı.

Evet, verdiği malûmat yanlıştı ve oradaki bilmeyen insanların, yanlış öğrenmesine sebeb olabilirdi. İnadlaşmayı, iddialaşmayı pek sevmem. Hele bu enâniyetli hoca tipleriyle, hiç münâkaşaya girmem. Doğrusunu söylerim, artık kabul eder etmez… Ama burada insanların yanlış öğrenmesi mevzu-u bahisti. Onun için ısrar ettim. Bir türlü kabul etmiyor, inadında da devam ediyordu. Canım sıkıldı, kızdım. Diğer otobüste de hac seyahat sahibi hoca vardı. İki otobüsün buluştuğu yerde inip seyahat sahibi hocanın yanına gidince, o hocayı işaret edip vaziyeti anlattım.

Seyahat sahibi hoca, o delil hocaya bir çıkıştı. “Ya hocam, madem bilmiyorsun, niye inad ediyorsun? Tabiî, hacı abinin (beni kastederek) söylediği doğru. Lütfen, kesin bilmediğiniz şeylerle, hacılara yanlış malûmat vermeyin!” dedi.

Yani burada, bizim haklı olup olmamamız mühim değildi. Belki de ilk defa öğrenen insanlara yanlış malûmat vermemek lâzımdı.

İnad ve hassaten de enaniyetin en kötülerinden biri olan “ilm-i enaniyet” işte insanı böyle yanlış yerlere sürüklüyordu.

Yine, bundan seneler evvel, bir beldedeki mekânda, arkadaşlarla Risâle-i Nur sohbetindeyiz. O beldemize, iki tane ilâhiyatçı ve o şehirde mümeyyiz arkadaşlar gelmişti. O misafir hocalardan birisi okuyordu. Okunan bahis de “namazın bitmediğinden usanç verdiğine” dair sorulan suale, Üstadın verdiği şahane cevaplardan,  Yirmi İkinci Söz’ün Birinci Makamı’nın, İkinci İkazı’ydı. Orada geçen, “Ey şikemperver nefsim” kelimesini hoca “Ey şikâyetçi nefsim” diye tercüme edince, “öyle değil hocam, midesini düşünen veya kaba tabirle, ‘işkembesini düşünen’ demektir. Yani, şikem ile işkembeyi hatırlayarak söylerseniz, doğrusu olur” deyince, okuyan hoca itiraz etti. “Hayır öyle değil, böyle!” dedi. Peşinden de, diğer ilâhiyatçı hoca onu tasdik etmez mi, haydaaaa… “Ya, hocalar etmeyin, eylemeyin” deyince, “Dur lûgata bakalım” dediler. Ondan sonra kafalarını yere eğip, “abi, senin dediğin doğruymuş” dediler. Tekrar söylüyorum, benim dediğimin doğru olmasından ziyade, hoca kardeşlerimiz yanlış mânâ vermeleri olmamalıydı.

Bunlara mümasil, çok şeyler gördük, geçirdik. Yeri geldi, îkaz ettik, hatırlattık. Yani burada, dikkat edilmesi îcab eden husus; enâniyet ve rüçhaniyet gösterip, “ben bilirim” havasıyla, üstünlük taslamamaktır. İnsanı yanlış yöne sevk eden bu hissiyattan, duygulardan, Allah, hepimizi muhafaza eylesin, inşâallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*