Büyüklerin sarsıntısı da büyük olur

Beşerî kuvvetler, dünyevî servetler, azametli cemiyetler, yahut güçlü siyasî iktidarlar… Bunlar, yapıları itibariyle ne kadar sağlam görünürse görünsün, yine de günün birinde inkıraza, sönmeye, yıkılmaya mahkûmdurlar.

Tarihe damgasını vurmuş şevketli devletler, dünyaya yayılan dev şirketler, yahut rakipsiz görünen güçlü hükümetlerden hiçbiri, günün birinde kendi sonunun geleceğini düşünmemiş, yahut düşünmek istememiş olabilir.

Ancak, onların bu mağrurâne duruşu,  mukadder âkıbetlerinin seyrini değiştirmemiş.
Yani, işgal ettikler mevkiden gitmek istememeleri, yahut gitmeyi akıllarına hiç getirmemeleri, neticeyi değiştirmemiş, değiştirmiyor.
Oysa, yönetim mevkiine gelenler, bir gün de illâ ki oradan düşüp giderler.

* * *

Evet, mâzi sayfasına bakıldığında, hiç beklenilmeyen ve hiç olmaz denilen bazı gelişmeler, hiç umulmadık, yani sürpriz şekilde öyle bir oluvermiş ki, görenler şaşırıp hayretler içinde kalmıştır.
Sürpriz de olsa, normal şatlarda da olsa, değişimin çarkları çalışmaya devam ediyor.
Dünya hayatının tâ başından beri, şu “değişim” kaidesi hiç değişmedi; kıyamete kadar da değişmeyecek.
Bunu herkes olduğu gibi kabul etmeli. Hazırlığını ona göre yapmalı, tedbirini ona göre almalı.

* * *

Tarihten bazı örnekler…

Mısır’ın ilâhlık dâvâ eden firavunu Ramses, günün birinde Kızıldeniz’de boğulup gideceğini aklına hiç getirmediği gibi, yıkılmaz zannettiği saltanatının da kısa sürede tarûmar olacağını da düşünmemişti.
Asur Kralı Nemrud, Hz. İbrahim’i (as) ateşe atacak kadar azgınlaştığı günlerde, bir topal sineğin, kulağından beyin kıvrımlarına doğru uzanan karanlık tünelde sıkışıp cızırtılar çıkararak, hem kendisinin, hem de iktidarının sonunu getireceğini, aklından hayalinden geçirmiş değildi.
Ama, zahiren olmaz zannedilen şeyler oldu ve en ceberrut hükümetlerin yıkılışı, en umulmadık şekilde gelişti: Firavun’un karşısına, kendi sarayında yetişen Hz. Musa (as) dikildi; Nemrud’un karşısına ise, hemen yanıbaşındaki İbrahim Aleyhisselâm çıkıverdi.
Yaşanmış bütün örnekler bu nisbette çarpıcı olmasa da, yıkılmaz zannedilen en kuvvetli iktidarların, değişik sebeplerle nihayet bulduğu gerçeği, tarihin kayıtlarında mebzul miktarda mevcuttur.
* * *
İslâmdan evvel olduğu gibi, İslâm tarihinde de yıkılış ve çöküşlerle ilgili çarpıcı misâller var.
Emeviler ve Abbasiler gibi, kudretli Selçuklu ve Osmanlı devletleri de hiç umulmadık, hatta hiç hesap edilmedik şekilde ömürlerini tamamladılar.
Ayrıca, kendi içlerinde hanedanlar arasında saltanatın el değiştirmesi pek vaki’ olmamakla beraber, sadâret/hükûmet değişikliği ise, hesaba gelmeyecek kadar çoktur.
Osmanlı’nın son dönemini misâl verecek olursak, şunları söylemek mümkün…
En büyük cihan devletini otuz yıl âdeta tek başına yöneten Sultan Abdülhamid, bir gün mutlaka öleceğini bilmiş ve buna kesin sûrette inanmıştır. Ama, kendi emri altındaki subay ve diplomatlar tarafından iktidardan düşürülüp “hall”edileceğini rüyâsında görmüş olsa bile, buna hiç inanmak istememiştir.
Gariptir, kudretli padişah Abdülhamid gibi, azametli Osmanlı devletinin sonunu da, yine yabancılar değil, kendi öz paşaları, zabitleri, diplomatları getirmiştir.
Öte yandan, fikirlerine muhalif gördüklerini en kanlı komitacılık oyunlarıyla diskalifiye eden İttihat–Terakki hükümeti, kendine çok uzun bir ömür biçtiği halde, borularını ancak on yıllık bir sürede öttürebilmişlerdir.
Turancılık hayalleriyle, tâ Orta Asya bozkırlarına kadar gidip uzanan bu maceraperest hükümet, on yıl içinde ülke topraklarını yirmiden bire indirdikten başka, kendi sonlarını da getirdiler ve ülkeyi gizlice terkedip canlarını zor belâ kurtardılar. (5 Haziran 1919: İttihatçıların ileri gelenleri, gıyâben idama mahkûm edildiler.)
İşte, olmaz denilen vakaların nasıl olduğunu, yıkılmaz denilen iktidarların nasıl da yıkılıp gittiğini gösteren, kendi tarihimizden birkaç örnek.

* * *

Aynı gerçeğin yakın tarihimizde de birçok misalleri var.
Bozulmuş İttihat ve Terakki’nin Cumhuriyet dönemi versiyonu Halk Partisi, hiç rakip bilmez, muhalefet tanımaz şekilde, bu ülkede tam yirmi yedi sene (1923–1950) bir “devr–i istibdat” kurdu.
Sonra, hiç umulmadık şekilde milletten unutulmaz öyle bir şamar yedi ki, bir daha da kendine gelemediler.
On yıl boyunca üç kez tekrarlanan serbest seçimlerde de belini doğrultamayan bu parti, çareyi orduyu siyasete bulaştırmakta ve kanlı bir darbenin arkasına sığınmakta buldu.

* * *

Gelişmekte olan ülke ve dünya konjonktürüne göre, karşımızda peyder–pey çıkıp boy gösteren parlak realite şudur: Millet devlet için değil, devlet millet için lâzımdır ve bilâ kayd û şart devlet milletin hizmetinde olmalıdır.
Buna göre, hakka, hukuka, adâlete dayanmayan, asıl gücünü milletin hür iradesinden almayan, değişen ülke ve dünya şartlarına uygun şekilde hareket etmeyen ve ele geçirmiş olduğu maddî kuvvete güvenerek kibirlenen hükümetler, şirketler veya sosyal yapılar, büyüklüğüyle orantılı şekilde yıkıcı sarsıntılar geçirmekten kurtulamazlar.
Olur mu, olur. Bazılarının aklına, hayaline sığışmaması, bunun olmayacağını göstermez.
Hâl sahrâsında ve istikbâl platosundaki siyasî gelişmeleri daha iyi görüp anlayabilmek için, mâzi derelerinde bol miktarda görünen benzer vakıaları hatırlayıp analiz etmekte fayda var.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*