Çağın öbür ucundan gelen adam; Bediüzzaman

Bütün insanlığın dehşetinden çekindiği ‘helâket ve felâket asrı’nın adamı Bediüzzaman; hâlâ anlaşılmayı, saklı bir hazine olan eserleri ise keşfedilmeyi bekliyor.

Geçen asrın başlarında bir İslâm düşmanı Kur’an’a suikast planını açıkça ilan ediyor:

“Ya bu Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.”

Bu havadis üzerine, çağın öbür ucundan bir adam geldi koşarak..

İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlas cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan “felâket, helâket asrının adamı, çağın harikası” Bediüzzaman: “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” diye haykırıyordu.

Buna karşılık bizim neler yaptığımızı / yap(a)madığımızı; hepimiz kendi vicdanımıza sormalı, sorgulamalıyız.

Şehrin öbür ucundan bir adam geldi bir gün koşarak..

Her soruya cevap veriyor; ama asla soru sormuyordu.

Hasta, gaddar ve bedbaht asrın rahatsızlığını; materyalizm, dünyevileşme ve iman zafiyeti diye teşhis ediyordu.

Cehalet, fakirlik ve toplumdaki karışıklıklarla mücadele ediyordu.

‘Halkı irşad, idarecileri ikaz’ ile görevli olan bu Peygamber (asm) varisi; vazifesini ifa için İstanbul ufuklarına doğmuştu.

Söylediği sözler, insanlara tuhaf geliyor, nurdan gözleri ve gönülleri kamaşıyordu.

“Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin.

Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir”

Diyor; bunların en mükemmel uygulama örneklerinin de Asr-ı Saadette yaşandığını ifade ediyordu.

Padişaha: “Etrafını hafiyelerin ve dalkavukların sardığı Yıldız Sarayını dârülfünun yap” diyor, istibdattan vazgeçmesi çağrısında bulunuyordu.

***

“İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar.

“Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın yadigârıdır.” diyerek alışılmadık şeyler söylüyordu.

“Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır” diyordu.

“Beş yüz senedir uyuduğunuz yeter” gibi uyarıcı çağrılarda bulunuyordu.

O nazarları şahsına değil, Kur’an hakikatlerine çeviriyordu.

“Büyük bir musibet ve felâket bize yaklaşıyor!” diyerek I. Dünya Savaşını önceden haber veriyor, tedbir alınmasını istiyordu.

İstanbul’un idarecileri Onu dinlemediler. Onu Türkiye Cumhuriyetini’ni kuran kadro da, diğer Cumhuriyet idarecileri de anlayamadılar.

Bunun üzerine O “medeniyetinizden istifa ediyorum” diyerek; insanlığı irşad faaliyetine yoğunlaştı.

Sürgünler, zindanlar, zehirlemeler.. engellemeler…

23 Mart 1960 Ramazan’ında, Kadir gecesi Şanlıurfa İpek Palas otelinin 27 nolu odasında verdi son nefesini. Geride bir sepet dolusu eşya.. kitapları.. ve talebeleri…

Mezarını bile kaybettiler. Çağa gelişi gibi, veda edişi de garip oldu.

Bugün eserleri dünya dillerine çevrildi. Milyonlar tarafından okunuyor, hakkında araştırmalar yapılıyor.

Bütün bunlara rağmen layığınca anlaşıldığını söylemek; şimdilik, pek mümkün gözükmüyor.

O hâlâ anlaşılmayı, keşfedilmeyi bekliyor.

M. Said ZEKİ

Benzer konuda makaleler:

1 Geri Dönüşüm

  1. Bediüzzaman, Alem-i İslam'ın haritasını çizmiştir | EuroNur.tv

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*