Çanakkale muharebesi

Bundan otuz sene kadar önceydi. Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı yarım adaya, ilk defa gittiğim o günü hiç unutmuyordum. Baharın son zamanlarıydı zannedersem. Yarım adanın denize hâkim kısmından denize bakıp tefekküre dalmıştım. İnsanın içini bîhuş eden rüzgârın tatlı tatlı esintisi, hele de sanki maziden bize doğru o sesleri getirişi, bizi kendimizden geçirmişti.

Anadolu’nun garib insanları, hasbi insanları hep oradaydı. Vatan işgal edilmiş, Halife efendimiz cihad ilân etmişti. Nasıl bu cihada iştirak edilmezdi ki? O zaman, şimdilerde bilinmeyen milliyetimiz vardı. Milliyetimiz İslâmiyetti; ırkî ayrılık söz konusu bile değildi. Oraya gelen mücahidlerin hepsi Müslümandı. Her ne kadar birbirine “Kürt Ahmed, Laz Hasan, Arap Bekir” diye hitap etseler de, bu ancak onlar arasında, tariften öte gitmeyen bir şeydi. Hiçbir zaman birbirini incitecek şekilde hareket etmiyorlardı. Hepsi de bu vatana hücum eden yedi düvel olan küffara karşı cihada gelmişti. Örf, âdet ve an’anesi farklı olsa da, namazda aynı safa duruyor, aynı kelâm-ı mubareği zikrediyor, aynı Kâbeye müteveccihen namaz kılıyorlardı.

Rahmetli Mehmed Âkif’in destanlaştırdığı “Çanakkale Şehidlerine!” hitabı, o hadiseyi çok güzel özetliyordu. Gerçekten de, dünyada eşi-benzeri olmayan bir harb için oraya gelen; Avrupa kâfirleri, Asya münafıkları ile birlikte, yeni kıtalar; Avustralya, Zelanda gibi, orada yedi düvel vardı. Ecdad, yedi düvele karşı cihad ediyordu yani. Onların teknolojik ve sayı üstünlüğüne hiç aldırış etmiyor, onlara o maddî gösteriş tesir etmiyordu. Göğüslerindeki iman, âdeta bir zırh olmuş, cevşen-i kebir gibi, onları Allah’ın izniyle muhafaza ediyordu.

Anadolu’nun saf Mehmed’i; Kürt Ahmed ile Laz Hasan ile Arap Bekir ile omuz omuza vermiş, sırt sırta dayanmış, boyuna düşmanı bozguna uğratıyor, şaşkına çeviriyordu. Nasıl çevirmesin ki? Gökten inen melekleri imdatlarına yollayan Yaradan’a dayanmışlar, canhıraş bir şekilde mücadele ediyorlardı. Seyyid onbaşının, “Ya Allah! Bismillah!” diye kaldırıp, topun ağzına sürdüğü 275 kiloluk top mermisinin o hâlde, kim resmini çekebilirdi ki?  Ancak sonradan resimlerde gördüğümüz kartondan yapılmış top mermisi ile o an canlandırılmaya çalışılmıştır. Çünkü Seyyid Onbaşı’ya, daha sonra aynı top mermisini bir daha kaldırması istenmiş, ama çok zorlanmasına rağmen, bir türlü kaldıramamıştı. Çünkü ona o zaman top mermisini kaldıran ihlâs, resim çekmede bir türlü gelmemişti.

Evet, Çanakkale muharebesi garib bir muharebedir. Burada menkıbeleri, yaşananları anlatmaya kalksak, sayfalar yetmez. Tabiî bu arada, sonradan uydurulan çok şeye de dikkat etmek lâzımdır. Son zamanlarda, iki tane hırpani kılıklı adamı, Çanakkale gazisi diye göstermek yanlışlığını da (o resimdekilerden birinin oğlunun yaptığı açıklamaya göre, babası, savaş sırasında 4 yaşındaymış ve o anda İzmir’de işçi olarak çalışıyorlarmış ve o hâllerinin resmiymiş çekilen.) Çanakkale’yi Çanakkale yapan deniz savaşlarında orada bulunmayıp, sonradan kara savaşlarına gelen yüzbaşıları da kahraman, hattâ Çanakkale savaşlarını kazanan kumnadan olarak göstermek de yanlıştır. Eğer savaş kazanıldıysa, (tabiî ki herkesin bunda bir payı olduğu gibi), Yüzbaşının çok çok üstündeki rütbeye sahip olan paşaların harbi idare etmedeki gayretlerinin olduğunu da unutmamak lâzımdır.

Evet, Cenab-ı Hakk, aziz şehidlerimize rahmet eylesin! Bu aziz vatana, Çanakkale gediğinden giremeyen hainleri, başka gediklerden sokup da, bu milleti perişan etmesin inşaallah! 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*