Canlılarda şefkat

Bütün canlıların fıtratlarında yavrularına sevgi ve şefkat hissi verilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı mahlûkatına olan sevgisinin ve şefkatinin bir lem’ası, bir zerresi olarak tezahür eden bu duygu ile donatılan canlılar evlâtları için her şeyini verir, hayatını feda ederler.

Bütün canlılarda görülen bu koruma, kollama, sahiplenip büyütme, şefkatle muamele etme sorumluluğu içerisinde oldukları gibi; yavrular da acizlik ve muhtaçlık içerisinde annelerinin sinesine güvenerek sığınır, verdiğini yerler.

Canlılara, yavrularına yiyecek rızık temin etme sorumluluğu ve gayreti verilmiştir. Yavrulara da açlık hissi, gıdaya iştiha duygusu ile annelerinin getirdiği her şeyi tereddütsüz yerler. Perde ötesine bakıldığı zaman Rezzak-ı Hakikî, kanunlar dâhilinde canlıların rızıklarını suda, havada, toprakta dağılmış vaziyetteki yiyecekleri, mineralleri, zerreleri, gıdaları toplayıp rızık olarak yaratıp canlılara ikram ve ihsan etmiştir.

Anne kuş, yavrusunun rızkını sadece bulup getirip yavrusunun ağzına koymakla mükelleftir. Aciz ve hiçbir kabiliyeti olmayan yavru da verilen yiyeceği sadece yutar ve midesine indirir. Esas düşündürücü faaliyetler bu safhadan sonra başlar.

Canlıların hiçbir şekilde iradesi karışmadan, yedikleri gıdaları çeşitli merhalelerden, harika ve mükemmel bir şekilde işlemlerden geçip nizam, intizam içerisinde hazım ediliyor. Cansız, kuru, şuursuz besinlerdeki zerreler vaz edilen kanun ve program dâhilinde organlar, damarlar içindeki dar ve karanlık menfezlerden, yollardan şuurluymuşçasına yorulmadan, şaşırmadan geçerek bedendeki organlarda ihtiyaç olan yerlere, hücrelere yerleşerek canlı bir unsur olarak Allah’ın inayeti ve muntazam kanunları ile vazifelerini yaptıkları Yirmi Dokuzuncu, Otuzuncu Söz’de ve başka risâlelerde en güzel şekilde anlatılıyor.

Kuru otlardan, çöplerden, tohumlardan, tahıllardan rızık olan zerrelerin sevkiyatla belli merhalelerden, işlemlerden geçerek bir irade, bir kast ve ihtiyarla cansızlar âleminden canlı hale gelmesi tarif ediliyor: “Meselâ Tevfik’in gözbebeğine emr-i Rabbani ile girer, oturur, çalışır.” diyerek şuursuz bir zerrenin, emir dairesinde hareket ederek en zor bir işi, en karmaşık yollardan, damarlardan, sinirlerden geçerek ölçülü, nizamlı, akıllı ve ilim sahibiymiş gibi vazifesini ifa etmesi izah ediliyor.

İnsanlarda da evlâdına olan sevgi, şefkat ve merhamet duygusu fazlasıyla verilmiştir. Anne ve babalar çocuklarını her türlü tehlike, maddî ve manevî musîbetlere karşı koruyup, tedbirini almakla mükelleftir. Çocukları tek taraflı, sadece bu dünyada bekleyen tehlikelere karşı koruyup huzur ve mutluluğunu düşünerek yetiştirip, büyütüp, evlendirip ve bir meslek sahibi yapmakla sınırlamanın ne kadar yanlış olduğunun bilinmesi gerekir.

Çocuğun hem bu dünyada hem de ebedî âlemde saadetini temin etmek için çalışmak, gayret göstermek gerekir. Dinimizin güzellikleri, Rehberimiz sevgili Peygamberimizin (asm) ahlâkı, fazileti ve vazettiği yüce dinimizin prensipleri iki cihan saadetini temin edecek olan esaslar ve faziletler öğretilmelidir. Bu gayret sevdiğimiz, göz bebeğimiz çocuklarımızı ebedî olarak bizimle olmasını sağlayacaktır.

Hazreti Yakup (a.s) Mısır’da oğlu Hazreti Yusuf’a (a.s) kavuştuktan sonra, hasret giderirlerken Hz. Yusuf şefkatli babası Hz. Yakup’a (a.s.) dedi ki: “Babacığım, o kadar ağladın ki, gözlerini kaybettin. Hâlbuki kıyamet gününde bir araya geleceğimizi biliyordun. Öyle ise bu kadar üzüntünün sebebi ne idi?”

Hz. Yakup (a.s.) “evet, biliyordum.” dedi. “Lâkin senin dinden çıkacağından ve bu sebeple dünyada olduğu gibi kıyamet gününde de senden ayrı kalacağımdan korktum da, onun için bu kadar ağladım.” dedi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*