Çarpıklık ve garâbet…

Referandum sürecinde, başta halk oylamasının yapıldığı “anayasa değişikliği” ve tırmanan terörle mücadele olmak üzere Türkiye’nin gerçek gündemi tartışılmıyor…

“Referandumda, kaysı, fındık, künefe olup olmadığı” konuşuluyor. Başbakan Erdoğan ve iktidar partisi sözcüleri, referandumun seçim gibi siyasî malzeme yapılmasını eleştiriyorlar; lâkin meydanlarda aynı şeyi yapıyorlar.

“Paket”in muhtevasını izâh etmek, maddeleri tek tek ele alıp anlatmak yerine, halk oylamasını bir “seçim provası”na dönüştürüyorlar…

Tek parti zihniyetine karşı gösterdiği demokratik direnç, Ezân-ı Muhammedî’nin aslına çevrilmesiyle mekteplerde din derslerinin okutulması, yüzlerce imam hatip okulunun, Yüksek İslâm Enstitüsünün, binlerce Kur’ân kursunun açılmasıyla devam eden mânevî değerlere hizmetlerinden dolayı demokrasiyi katleden darbelere ve ara dönemlere mâruz kalan merhum Menderes’e, Demokrat Parti’ye ve devamı partilere, Erdoğan kendini ve partisini yakıştırıyor!

Dahası Demokrat Parti’nin ülkenin maddî ve mânevî imar ve inşasından uğradığı haksızlıkları, hakkındaki “yolsuzluk iddiaları”yla karıştırıyor. Yolsuzluklardan dolayı “Yüce Divana sevki”yle kıyaslıyor, referandum sürecinde mağduriyet psikolojisini üretmeye çalışıyor. “Toki evleri”ni ve “hızlı tren”i nazara vererek “yolsuzluk yapmadıkları”nı söylüyor…

POLEMİKLERDE BOĞDURULUYOR…

Özetle, problemleri çözmek yerine, siyasî rant elde etme yaklaşımını sergiliyor.

Ne garip ki, daha önce, “Her gelene gidene baş sallayacak değiliz” benzerî cümlelerle verdiği “demokratik direnç” havasının aksine, “hükûmetin dediğini yaptığı” propagandasının tersine, kötü yönetilen “mutâbakatlı YAŞ”tan sonra bu kez YAŞ’ı “teğet geçiyor.”

Bu haliyle bir nebze olsun iyileştirmeler getiren “anayasal değişiklikler”, seviyesiz politik polemiklerde boğduruluyor, atışmaların karambolünde kayboluyor…

Ve bu haliyle, dünyanın hiçbir yerinde “referandum” konusu olmayan “anayasal düzenlemeler”, tıpkı “açılım”da olduğu gibi, fevrî ve uzlaşmaz tutumla daha da zora giriyor. Siyasî atışmalar ortasında, karşıtlığı inadına kışkırtan, asimetrik tahrikle politik tahterevallide oy devşirme taktiği güdülüyor. Sert tartışmaları “sütü bozukluk”la sürdürüyor…

Meselâ, AKP iktidarı, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını önleyen “geçici 15. madde”yi kaldırıyor; lâkin bu maddenin işlemesi için “darbe suçlarında zamanaşımının kaldırılması” teklifini Meclis’te reddediyor.

Erdoğan, “demokratikleşme”den dem vuruyor, “demokratik açılım”dan bahsediyor, bunun için toplantılar yapıyor, ancak kamuoyundan gelen siyasetin demokratikleşmesine yanaşmıyor.

Hâkim nezâretinde önseçim ve tercih sistemiyle siyasî partilerin genel merkez sultasından kurtarılması, seçmenin genel başkanların atadığı “liste”yi değil, milletin kendi vekilini irâdesiyle seçmesinin önünü açacak siyasî partiler ve seçim kanununu AB standartlarına göre düzeltmekten kaçınıyor…

İŞİN ENDÂZESİ KAÇTI…

Bütün demokratik ülkelerde, seçim barajı yüzde beş ve hatta altında iken, Türkiye’de temsilde adâletin sağlanması adına en azından seçim barajının tâdilini kabul etmiyor.

Demokratik sivil anayasayı rafa kaldıran, AB müzâkere sürecinde hâlen en kapsamlı başlıkları açtıramayan vaziyetiyle, kendi dönemlerinde kendinden menkul “Türkiye’yi demokratikleştirdikleri” medhiyelere mukabil, AB kriterleri ve yıllardır “ilerleme raporu”nda iletilen yüzde beş baraja “Türkiye hazır değil” diye yan çiziyor…

Esâsen işin endâzesi, en başta iktidar partisinin “anayasa değişiklikleri”ni tek başına hazırlayıp Meclis’te mutâbakat aramayışıyla kaçtı.

Bugünkü çıkmaz, 1995’te dönemin Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un “partilerarası uzlaşma komisyonu”nda on partiyi bir araya getiren, Ahmet Türk’le Muhsin Yazıcıoğlu’nu buluşturan ve anlaştıran ortak mutâbakat zeminine ulaşılmadan sırf siyasî ikbal hesâbına başvurulan çarpıklıktan türedi.

Çarpıklık, “Venedik kriterleri”ne göre “birbiriyle ilgisiz maddelerin Meclis’te ve referandumda ayrı ayrı oylanması” esasına rağmen, Başbakan’ın birbiriyle alâkasız maddeleri aynı torbaya sokup bir “hap” gibi halka sunulmasından kaynaklanıyor…

Ve bu çarpıklık, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi adına yapılan “kısmî değişikliklere” bile milletin farklı bakmasına sebep oluyor. Kamuoyunu kamplaştırıp kutuplaştırma garâbetiyle karşı karşıya bırakılmasına sebebiyet verdiriyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*