Çaya çorbaya limon

Başlık biraz işporta ağzı gibi gelebilir, ama meramımı anlatmak için seçtim.

Yıllardır gözlemlerim, içinde bulunduğumuz hizmet-i İmaniyede karşılaştığımız bazı meseleleri çözmeye yarıyor. Tezgâhında sadece limon bulunan bir pazarcıya; “Patates var mı?” diye sorulmaz. Eğer sorarsanız alacağınız cevap: “Çaya çorbaya, doldur torbaya” diyecektir. Çünkü adamcağız sadece limon satıyor.

Kur’ân ve hadislerde “İşi ehline veriniz” hükmü yer almaktadır. Bunu mesailerin tanziminde değerlendirirsek, kardeşlerimizin meziyetlerine göre iş bölümü yapabiliriz. Bir işin mükemmel olması planlamanın kusursuz olmasına bağlıdır. Bazen mükemmel plan dahi işe yaramayabilir. Fakat mükemmel işlerin plansız olduğu hiç görülmemiştir. Elbette çaresizlikler farklı değerlendirilir. Mesela atalarımız “Göç yolda düzelir” diye bir teselli üretmişlerdir. Aslında bu ifade o günün şartlarında karamsarlığın ilacıdır, hayatı kolaylaştırmaktır. Çünkü temsilde hata olmasın, koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi misali.

Günümüz şartlarında “göç yolda düzelir “ ifadesi, bir çeşit savsaklama, işi savuşturma gibi bir mânâ taşıyor. Düşünün ki, uçakla yolculuk yapacaksınız. Valizi hazırladınız, kontrol noktasından geçip uçağa bindiniz ve kapılar kapandı. Çok uzak bir mesafeye gideceksiniz, ama hayatî bir ihtiyacınızı evde unuttunuz. Hadi bakalım göçü yolda düzelt de görelim, karşına nasıl bir fatura çıkıyor. Yani içinde bulunduğun şartlara göre plan yapacaksın, aksi halde “züğürt tesellisi” olur.

Akıl almaz işlerin döndüğü bir dünyada, baş döndürücü bir hızla planlar yapılıp icraata sokuluyor. Gözünü açıp kapayana kadar atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Sen ne yapıyorsun? En iyi bildiğin iş, tenkit ve başkasını beğenmeme, kendinden başkasına itimat etmeme. Tabiî bu halde olan birine yapılacak en güzel dua; “Allah şifanı versin” demek olacaktır.

Hâlbuki Üstadımız İhlas Risalesi’nde: “Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmağa çalışmışlar. O ferdî çalışmanın her günde yalnız üç iğne, o ferdî san- ’atın meyvesi olmuş. Sonra teşrik-ül mesai düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, bir delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkeza her birisi iğne yapmak san’atında yalnız cüz’î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesai ve taksim-i a’mal düsturuyla olan san‘atın semeresini taksim etmişler. Her birisine bir günde üç iğneye bedel üçyüz iğne düştüğünü görmüşler. İla ahir..” örneğini veriyor. Acaba niye? Herkes herşeyi tenkit etsin diye mi? Herkes gazetecilik yapsın diye mi?

Sonuç olarak eğer hizmet-i İmaniye ve Kur’âniye’de muvaffak olmak istiyorsak (ki istiyoruz) öncelikle Üstadımızın koyduğu ve kendini de mecbur ettiği hizmet düsturlarını iyi anlamak zorundayız. Ortak akılla, ortak plan yaparak üzerimize aldığımız işe odaklanmak gerekiyor. Zorlandığımız noktada çekip gitme lüksümüz yok. Kimseyi kovma hakkımız hiç yok. Ne var? İnadına kardeşlik, inadına irtibat, inadına tesanüt. Vesselam.

Sabahattin Boyacı

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*