Cehennemin Peygamberimize hürmeti

Peygamberimiz üzgün ve yorgundu. En büyük yardımcısı olan Hz. Hatice vefat etmiş, Taif’de insanlar ona eza ve cefa vermişti. Bu yorgunluk ve üzüntü ile biraz olsun dinlenmek için amcası kızı evine misafir oldu. Biraz yatıp uyumak istiyordu. Amcası kızı ona bir yatak hazırladığında yorgunluktan hemen uykuya daldı. Çok az bir süre geçmişti ki Hz. Cebrail çıkageldi. Peygamberimizin mübarek ayaklarından öpüp onu uyandırdı. Yolculuk vardı. Alemlerin Rabbi Habibibini huzuruna davet ediyordu. Miraca çıkılacaktı.

Hemen yolculuk hazırlıkları başladı. Önce kainatın merkezi olan Kabe’ye geldiler. Burada Hz. Cebrail Peygamberimizin kalbini nurla yıkadı, göğsünü iman nuru ile doldurdu. Sonra ona nurdan bir elbise giydirdi. Günümüzde uzaya çıkan astronotların giydiği elbise gibi, ebedi yolculuğa çıkacak olan Hz. Peygamberimiz de ebedi alemler yolculuğuna böyle hazırlandı. Ardından ışık hızında hareket eden Burak adında bir uzay gemisine bindirdi. Doğruca Kudüs’e vardılar. Orada nübüvvet silsilesinin temsilicileri olan bütün peygamberlere imam oldu ve onlara namaz kıldırdı. Buradan dünya dışı semaya açılan tek kapı olan Kudüs üstündeki gök kapısından çıkarak o miraç yolculuğuna başladı. Sırası ile yedi kat semada makamları olan peygamberlerle bir bir görüşüp onlarla tanıştı ve konuştu.

Sonraki durağı cehennem oldu. Cehennemin bütün tabaklarını gezdi. Küfür, isyan, nifak, günah ile cehenneme girenlerin nasıl bir azaba uğrayacaklarını bizzat müşahede etti. Kafirlerin, münafıkların ve günahkar insanların kalacakları tabakaları gözleri ile gördü.

Sual: Bu gün cehennem ismi anlınca ile insanların ürktüğü, azabından herkesin kaçmaya çalıştığı, kainattaki en yüksek ısıyı ve ateşi ihtiva eden cehennemde Peygamberimiz nasıl rahat bir şekilde dolaşıp, bütün tabakalarını gözle müşahede etti?

Cevap:Bunun en güzel cevabı Nurlarda verilmiş. “Nâr, nuru yakmaz. Belki ateş ışığa meded verir” diye. Gerçekten de öyle olmuş. “mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı” da ateş yakmamış. Hatta cehennem ona saygı içinde hürmet ederek bütün tabaklarını açmış ve ümmetini ikaz etmesi için günaha dalanları nasıl bir akıbet beklediğini bildirmesini istemiştir. Demek ki, nurani bir mahiyete sahip olanları ateş yakmıyor, yakamıyor. Yakmadığı gibi ona medet verip, bir ölçüde nuraniyetine yardım ediyor.

“Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü” sırrınca imanın ve İslamın nuru ile nurlanan gönüller ve cisimler ateşin şiddetine karşı, iman gibi bir zırh ve koruma kalkanı ile, cehennem gibi o çok şiddetli ateşten etkilenmiyorlar.

Mesela Hz. Ebubekir, “Ya Rabbi!.. Beni cehenneme koy. Orada vücudumu öyle büyüt ki hiç bir mümin cehenneme girmesin” mealinde bazı ifadeler beyan etmiş. Benzer tarzda Üstad Bediüzzaman da, “Müminlerin imanı uğruna cehenneme bile girmeye razı olurum” gibi sözler söylemiş.

Bazı insanlar bu sözleri duyduğu zaman bir mübalağa zannediyorlar. Halbuki meseleye yukarıda ifade etmeye çalıştığımız mesele açsından bakılırsa bir mübalağa olmadığı görülür. Çünkü bu ve benzeri zatlar tam olarak nurani bir mahiyet kazandığı için, cehennem onları yakmaz, yakamaz.

Bu nedenle cehennemin, “Ey mümin! Çabuk geç ki, nurun ateşimi söndürüyor,” dediği rivayet edilmiş. Demek ki, ahiret alemlerindeki en önemli mesele nurani bir mahiyet kazanmaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*