Çelişkilerle muallel…

Ankara’daki Güvenlik Zirvesinin ardından İstanbul’da toplanan Millî Güvenlik Kurulu’nun ana gündemi de terör ve “terörle mücadelede yol haritası”nın belirlenmesi.

Son haftalarda ardarda gelen terör olaylarına karşı kısa ve orta vadedeki tedbirlerin gözden geçiren MGK, bölgede görev yapan personelin yapısının değiştirilmesi kapsamında bazı “ilâve tedbirler”i görüştü.

Terörle mücadelenin profesyonel birliklerce yapılması, bu amaçla komando tugaylarının kurulması, bölgedeki istihbarat çalışmalarının genişletilmesi, elemanlarının “terör” eğitiminden geçirilmesi bu kapsamda ele alındı.

Keza dışta alınacak tedbirlerin başında komşu ve ilgili ülkelerle ilişkiler ve terörle mücadele koordinasyonunun etkinleştirilmesi; bu meyanda ABD, Irak ve özellikle Kuzey Irak bölgesel yönetimi ile ilişkiler, ele alınan konulardan…

Bütün bunların yanısıra, “terörle mücadele başarı” nutuklarının atıldığı bir sırada, terörün vâhim bir biçimde ülkenin bütün bölgelerine sıçraması, “söylem”le “eylem”, “iddia” ile “vakıa” arasındaki tezadı su yüzüne çıkarıyor…

Ve Ankara’nın terörle mücadele politikasında yıllardır ne denli ciddî bir ihmal içinde olduğunu; “demokratik açılım” sürecinde hâlâ demokratikleşme ve özgürlüklerin geliştirilmesine paralel olarak tutarlı bir “terörle ortak mücadele plânı” geliştiremediğini ve “plâtformunu” oluşturamadığını gösteriyor…

“DIŞ GÜÇLER” TEZADI…

Gerçek şu ki Başbakan Erdoğan her ne kadar kabul etmezse de, Türkiye daha önce özel güvenlik güçleri, profesyonel askerî birlikler ve uzman polis timleriyle terörle etkili mücadelede bulunmuş ve 1990’ların sonunda terörün tasfiyesinde büyük bir mesâfe almıştı.

Özellikle terörist başı Öcalan’ın yakalanmasıyla dağılma sürecine giren terör örgütünün etkisi azalmış, içte ve dışta teröristlerin sayısı önemli ölçüde azalmış, terör olayları sıfıra yakın bitme noktasına gelmişti…

Ne var ki sözkonusu “terörle mücadele yöntemi” 28 Şubat postmodern darbe sürecinden sonra devam ettirilemedi. Terörle mücadele için oluşturulan ve terörü tasfiye eden özel timler ve uzman güvenlik güçleri peyderpey tasfiye edildi. Ve ne yazık ki son sekiz senede AKP siyasî iktidarı de bu tasfiyeyi sürdürdü ve tamamladı.

Öncelik elbette hiçbir zaman askerî önlemler değildir ve olmamalı. Yapılacak olan “demokratik açılım”ın içinin doldurulması. Lâkin gelinen noktada yeniden “profesyonel özel timler”e dönülmesi, ibret verici bir vaziyet olarak dikkat çekiyor…

Son süreçte Ankara’nın terörle mücadelede bir diğer temel yanılgısı, terörün uluslararası bağlantısındaki yanlış parametrelerdeki yaman çelişkiler…

Daha birkaç ay önce, AKP iktidarında PKK terör örgütünün uluslararası desteğinin ortadan kalktığını söyleyen Başbakan’ın, şimdi her fırsatta “terör örgütünün taşeronluğu”ndan yakınması, bu tenâkuzları ortaya koyuyor… Diğer yandan Erdoğan, hafta sonu G-20 zirvesi için gideceği Kanada’da Obama ile Türkiye’nin ABD ve Irak’la “üçlü mekânizma” çerçevesinde başta “anlık istihbarat paylaşımı”ndaki zâfiyet olmak üzere “terörle mücadelede işbirliği”ni görüşecek.

Şurası muhakkak ki, Erdoğan “terör örgütünü taşeron olarak kullanan dış güçler” dedikçe, ilk akla gelen çeyrek asrı aşkındır PKK’ya her türlü silâh, eğitim, sağlık, finansal ve lojistik desteği veren ABD ve İsrail geliyor…

“SÜMENALTI” TENÂKUZU…

Bu bakımdan medyayı ve muhalefeti “teröre destek vermek”le ve hatta “yandaşlık”la suçlayan Erdoğan’ın, “teşeron”u Türkiye aleyhinde istimal “dış güçler”i tek kelimeyle olsun açıklamaması, dikkat çekici bir açık çelişki.

Ve bu çelişkiden, terör örgütünü taşeron olarak Türkiye aleyhine tahrik edenlerin terörle mücadelede hangi samimî desteği verebileceği sorusu soruluyor…

Terörle mücadelede bir diğer çelişki, Başbakan’ın muhalefete, “Terörist başı Öcalan size altın tepsi üzerinde sunuldu. Uluslararası konjonktör en uygun dönemdeydi. O zaman idam vardı, niçin sümenaltı ettiniz?” tepkisinde tezâhür ediyor.

Oysa teröristbaşı Adalet Bakanlığı’na bağlı cezaevinde. Geçtiğimiz aylarda tartışma konusu olan çatışmalı eylemlerle fizikî durumu, odasının 17 santim daralması, havalandırma penceresinin yüksekliği eleştirilerine bizzat Adalet Bakanı cevap vermişti. Başbakan, “Öcalan yakalandığında neden idam etmediniz; çünkü birilerine imzalı söz verdiniz!” diye muhalefete yükleniyor; ancak Adalet Bakanlığı şikâyeti üzerine sağlık raporunu açıklıyor, hücresine sineklik taktırıyor!

AKP sözcüleri, Öcalan’ın hükûmete “yol haritası”nı yollayıp avukatları aracılığıyla hapishaneden terörü yönetmesinden; “terör artacak, isyanlar olacak, daha çok kan akacak” tehditlerinde bulunmasından şikâyet ediyorlar.

Buna mukabil Adalet Bakanlığı, kontrolündeki cezaevinde Öcalan’ın terörü yönetmesini, şantajlar savurmasını, önlemiyor, önleyemiyor…

Çelişkilerle muallel “terörle mücadele” olur mu?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*