Cemaat ile cemiyet kavşağındaki dini cemaatlerimiz

Devletlerin hükümdarlar yerine kanunlarla yönetilmeye başlandığı 20. yüzyılın ilk başlarından zamanımıza kadar, dini cemaatlerin önemli bir meselesi olarak devam eden cemaat ile cemiyet arasındaki zihni kargaşaya, insaniyetin artık son verme zamanı gelmiş olmalı.
Tanımların müşahhas ve açık olmaması; kanun koyucular kadar, icracıları da büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakıyor. Eksik veya yanlış anlaşılmış hürriyet, yetersiz demokrasi, kuvvetin henüz kanunlara geçememesi ve fertlerin cehaletle hukuklarını bilememeleri gibi çok sebeplerin; hem yasamada hem yargıda hem icraada ve hem de idarede büyük zulümlere kapı açtığını biliyoruz.

1800’den itibaren hürriyeti hayata taşımaya çalışan Osmanlı münevveri; her ferdin anlayabileceği bir tanıma henüz ulaşamamıştı. O günlerde, Bediüzzaman Said Nursi’den başka hürriyet ve demokrasiyi tüm boyutlarıyla anlatan bir başka aydın ile de karşılaşmıyoruz. İşte; hürriyet ve demokrasi düşmanları, şu tanım boşluklarından istifade ile dindarlara ve demokratlara meşhur 31 Mart cinayetini yaşatacaklardı. Mahkemesinde kendisinden sonrakilerinin beraatine vesile olan Said Nursi’yi hürriyet ve İslamiyet düşmanları cemiyetçilikle suçlayacaklardı. Taa o günlerde, iyi niyetlerle teşkil olunmuş ittihadı Muhammed-i Cemiyetini, güya demokrasi ve hürriyet düşmanı ilan ederek adeta bir suç örgütü mahiyetinde mahkemeye telkin etmişlerdi. Mahkeme heyeti de, Said Nursi’den önceki safhada söz konusu cemiyetin üyelerinden on beş tane masumu idam edecekti. İttihadı Muhammedi cemiyet miydi yoksa cemaat mi? Bu sorunun cevabını üstadın mahkeme yaptığı müdafaanın yedinci cinayetini havale ediyoruz.

Kökleri dışarda ve tetikçileri içerde bulunan demokrasi düşmanı dinsiz istibdat komitelerinin hükümete nüfuz ederek mazlum insanlara zulmü, elbette 31 Mart 1909’larda kalmadı. Bediüzzaman Said Nursi’yi yine cemiyetçilik suçlamasıyla 1935’de Eskişehir’de, 1943’te Denizli’de ve 1948’de Afyon’da zindana koyup idam ile yargılayanların teraneleri, daha sonra globalleşecekti. Kahire`de, Ankara`da, Bağdat`ta, Dakka’da ve daha bir çok İslam başkentinde bazı mazlum alimleri şehadete yükseltecekti… Müslümanları önce teşkilatlandırıp cemiyet tarzıyla hayata sevkeden gizli demokrasi düşmanlarının bu dehşetli oyunlarını anlamak isteyenlere, Said Nursi’nin mahkeme müdaafalarını okumalarını tavsiye ediyoruz. Üslup olarak siyasi partilere ve dolayısıyla iktidara müteveccih bir tarz ile, ahir zamandaki dehşetli global dinsizlik cereyanlarıyla mücadele edilemeyeceğini, 1922’nin sonlarında beyan eden Said Nursi`ye kulak vermeyen tüm fert ve cemaatlerin maalesef acıklı ve mağlup akıbetlerine yakın tarihimiz şahittir. Zira; ahir zamanın cihan şümul dinsizlik cereyanı, bazen tufan olup koca koca devletleri önüne katıp sürüklerken; cemiyet tüzüklerine hapsedilmiş dini cemaatlerin karşı koyamayacakları bir vakıa idi. Fakat Said Nursi’nin müstebit kemalizme ve onların harici müttefikleri komünistlere karşı Kur’an’dan derlediği metodu uygulayanların; aziz, muzaffer ve sevinç içinde bu fani dünyayı terk ettiklerine de şahit olduk. Bediüzzaman’ın Afyon Mahkemesinde, karşı tarafın cemiyetçilik suçlamasına verdiği cevabı da ilginç bulacaksınız: “Katiyyen size beyan ediyorum ki, hiç bir cemiyetçilik ve cemiyetler ile ve siyasi cereyanlarla hiçbir alakası olmayan nur talabelerini cemiyetçilik ve siyasetçilikle ittiham etmek, doğrudan doğruya, kırk seneden beri (31 Mart 1909) İslamiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki; üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün nurcuların ve nur talebelerinin beraatine karar vermişler.” (Şualar, S. 343)

Zaman ahir zaman olmasaydı, dini cemaatlerin karşısına sıradan devletleri tutsak edilmiş küresel dinsizlik cereyanları çıkmasaydı ve laiklik artık tüm devlet yönetimlerinde bir prensip olarak kabul edilmeseydi; elbette gelenekçi dini cemaatlerimize hak verebilirdik. Fakat hemen her yerde temayüz etmiş bazı cemaatlerin terör örgütü suçlamalarına maruz kalarak onlarca yılın müktesebatlarını kaybetmeleri gösteriyor ki; dini cemaatlerimiz hem hizmet metodolojisi ve hem de İslamı müdafaa ve tebliğ tarzlarındaki yenilikler için mutlaka Bediüzzaman Said Nursi`ye yönelmeleri gerekiyor. Hiç olmazsa zamanın tebliğ, mücahede ve müdafaa usullerini öğrensinler Said Nursi’den.

Cemiyyet, dernek, sendika, platform v.b. isimlerin yapı olarak siyaseti tedai ettirdiğinide Bediüzzaman’dan öğreniyoruz. Siyasetle alakalı her türlü kelime, mana, sembol, sıfat, format, imge ve ismin kullanılmasının dini cemaatler açısından sakıncalı olduğunu da daha önce belirtmiştik. Yaşadığımız tecrübeler Müslümanların davalarını tebliğ ve irşatta; öz kaynaklarından derleyecekleri kendilerine ait orijinal terminoloji ve tarza geçmeleri gerekiyor. İdarelere ve idarecilere; şeffaflığı, iyi niyeti, hasbiliği, istiğnayı, vatanperverliği, ihlası, güzel ahlakı ve iktisada dönük üretkenliği ders verecek “yeni terminolojileriyle” hem ehli siyasete doğru istikameti gösterecekler ve hem de demokrasiye dayanak olabileceklerdir, dini cemaatlerimiz.

Dini cemaatlerimizi siyasetçilik ve cemiyetçilik töhmetinden kurtaracak usül ve prensiplerin önemli bir kısmını “siyasal İslam ve Nurcular” isimli çalışmamızın üçüncü bölümünde incelediğimizden, şu makalenin tedai ettireceği bir çok soru ve cevabı, orada bulabileceğinize inanıyoruz.

Cemaatlerimizdeki ferdiyetçiliğin bundan böyle hem cemaat mensuplarına hem siyasetçi ve bürokratlara ve hem de arada sıkışacak yargı mensuplarına problem getireceğini bundan önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Dünyamızın yeni ve ileri bir demokrasi dönemine girdiği şu günlerden sonra; cemaatler de Kur’an ve sünnet çerçevesinde kalarak, bu ilerlemeye ayak uydurmak zorunda kalacaklardır. Müslüman dini cemaatlerin hem İslam coğrafyasında ve hem de AB ve ABD’de bu tarzı benimsemeleri neticesinde; demokrasilerimiz ve dünya barışı hususunda bugüne kadar görülmemiş mesafeler alacağımıza inanıyoruz. İnsanlık olarak o büyük kazancı hak ediyoruz, galiba.

Benzer konuda makaleler:

Şükrü Bulut | Arşiv

2 Yorum

  1. Hocam maşallah hadisat yıllar öncesinden söylettirilmiş

    Fıtrat tesettüre zorluyor…
    19.07.2010 Şükrü Bulut

    Kadını hem bedenî, hem psikolojik ve hem de sosyolojik olarak tehlikelerden koruyan tesettürün aleyhindeki “dinsiz ve ahlâksız çetelerin” ağzına fıtrat da çok yakında sesi ta Çin’den duyulacak büyük bir şamar vurmaya hazırlanıyor. İnsanlığı ve bilhassa Avrupalıları söz konusu acıklı akibetlere karşı uyaran insaniyetperver kurumlara, hakikî İsevîlere ve Müslümanlara büyük görevler düştüğünü, hadiselerin gelişimi haber veriyor. Bizden sadece hatırlatması….

  2. Cemaat ile cemiyetin üstadça belirlenmiş farklarını biraz daha genişçe anlatmanız lazım, hocam.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*