Cemaat olmak

İhlâs ve uhuvvet hakikatlerinin pratik hayatta bir cemaatin içerisinde yaşanamamasının en büyük sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz bu derslerin yeterince anlaşılamamasıdır.

Bu derslerden bazıları şöyledir: “Bir buz parçası olan enaniyetini bir havuza atıp eritmek, faziletfuruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemek, tenkit etmemek, kardeşinin faziletleriyle şakirane iftihar etmek…”

Yazması da okuması da ne kadar kolay olan bu hakikatlerin, yaşantıya dökülmesi de bir o kadar zordur.

Meselâ, “herkesin kendi mesleğinin muhabbetiyle yaşaması” düsturu ihlâsın bir düsturudur. Ne var ki cemaatler içerisindeki ayrılıkların bölünmelerin bir sebebi de, bu hakikati anlayamamaktandır. Bazıları bu muhabbeti müfrit bir biçimde sadece hak benim mesleğim, hatta benim meşrebim saplantısıyla inhisarcı bir zihniyetle ötekileştirip, ihlâs ve uhuvvetin en temel düsturlarını mahvederek bu ölçüsüz yaklaşımları ile pek çok bölünmelerin sebebi olabilmekte ve yine pek çok insanında şevkini kırmaktadır.

Bir taraftan diğer bir kısmı da “benim mesleğim güzeldir” bile diyemeyen, ama cemaatin içinde bulunan tefrit kısmıdır. Bunlar mesleklerinin hakikatlerini, meşreplerinin düsturlarını bilmedikleri ve muhabbetleri oluşmadığı için her türlü kandırılmaya, fitneye âlet olabilecek şuursuzlukta olup “biz “olamayanlardır.

Özellikle bu yaklaşımda olanlardan şu cümleleri çok duyarsınız. “Aman cemaati bölmeyelim, cemaate karşı çıkmayalım”. Oysa ne kadar da hakikatsiz sözlerdir. Çünkü bu kişiler içinde bulunduğu camiadan zaten memnun olmayan ve muhabbetini bir sebeple bir şekilde bozanlardır ki, zaten bu muhabbeti bozmakla cemaati bozmuş olup artık meşreben de ayrılmış demektir.

Bu kişinin aslında kalbindeki bir tefrikadır. Çünkü kalben kabul etmediği bir yerde durmak sahtecilik ve hatta tasannu ve riyakârlığa kadar gider ki, asıl tefrika, asıl cemaati bölünme buradadır.

İnsanın kalben kabul etmediği, hariç dairelerde eleştirdiği, istişaresine uymadığı ve beğenmediği yerde ihlâs ve uhuvvet yaşanmaz ve tesanüt de bozulur.

Bu yüzden bir cemaatin gerçekten bir cemaat olması, fertlerin hizmet iştiyakı, şevki ve hizmetlerinin bir göstergesi olan tesanütle mümkündür. Yoksa bir arada olanların, hakikat anlayışları farklılaşmışsa ve sırf yılların verdiği bir alışkanlık bir çevre ve güya “bölünmesin” kaygılarıyla birlikteliklerine devam ediyorlarsa onları bekleyen bir son “inceldiği yerden kopsun” anlayışıdır ki bu ipin inceldiği yerler de genelde ya siyaset ya da şahıs eksenli anlayışlar ve istişare sisteminin düzgün işlemeyişidir.

Hak olanı, güya kişileri kazanmak adına, bölmemek adına eğip bükmek de hakka karşı en büyük hürmetsizlik olacaktır. Bu yüzden her meşrebin, mesleğin kırmızı çizgileri, bir meşrep kimliği ve işleyen bir sistemi bulunur. Bunlardan taviz vermek bölünmeye engel değil, tam tersi bölünmelerin sebebi olacaktır.

Hasılı, cemaat demek aynı düsturlarla hareket eden, bunları da ruh-u canlarıyla kabul eden, ortak aklın önüne, kendi yıldız böceği gibi şahsî, indî mülâhazalarını koymayan, yanlışları, hataları hariçte fitneye sebebiyet verecek şekilde değil de, dahilde bir aile şefkati ve sadâkatiyle düzeltmeye çalışanların oluşturduğu birlikteliklerdir.

Bu yüzden yürüyen bir hizmetin atalete uğramaması için aynı mesleği, meşrebi ve hizmet anlayışını benimseyenlerle birlikte olmak ve yürümek şarttır. Birileri gaza basarken, birileri frene basıyor veya aynı tarafa kürek çekilemiyorsa aynı gemide olmanın bir anlamı kalmıyor.

Aynı cemaatin içinde olabilmenin düsturları ve şartları kadar aynı safta olmadığımız meslek ve meşrep kardeşlerimizle olan ihlâs ve uhuvvet mevzusu da bir o kadar hassas olunması gereken bir noktadır.

Burada belki de üzerinde durulması gereken en önemli nokta kendi meslek muhabbetimizi anlatırken, başkalarını kötülemeye ihtiyaç duymamaktır.

Kişi kendi mesleğinin muhabbetiyle cemaat olur. Kendi mesleğinin muhabbetini beslemeyenlerle cemaat olamazsınız. Çünkü böyle kimselerle birliktelik esnasında için için sadece hak benim, sadece doğru benim yarışına girebilirsiniz ki, bu ihlâsa mani olup rıza-i İlâhiyi kaybettirecektir. Asıl tehlike de budur.

Bu yüzden aynı hizmet anlayışını ve düsturlarını benimsemeyen insanların arasında rekabet, haset girmemesi ve birbirlerini tenkit etmemeleri için fizikî beraberliklerin olmaması belki daha doğru olacaktır.

Burada şu yanlış anlaşılmamalıdır. Maksatta ittifak da bir sorun yoktur. Müsbet ihtilâf, vesilelerde ihtilâf, meşreben ihtilâf zaten fıtrîdir. Bu ihtilâf diğerine düşman olmayı gerektirmediği, haset etmeyi, tenkit etmeyi gerektirmediği gibi, sadece kendi mesleğine ve meşrebine muhabbetine, revacına, tekmiline çalışmak anlamına gelir.

Gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ihtilâfların kaynağıdır. (Muhakemat)

Peki yanlışlar hiç mi gündeme gelmeyecektir?

Elbette gelecektir. Hatta bazen yanlış gündeme gelmeden doğrunun doğruluğu tesbit edilemez. Buradaki mesele yanlışı söylemek değil, yanlışı söyleme niyetidir. Yani gayrın tenkisiyle, kendi kemalini göstermek yolu seçilmeden, yanlışa yanlış, doğruya doğru diyerek, hikmeti esas alan bir duruş ve yaklaşım sergilemek önemlidir.

Burada bir husus daha var ki anlatılanların meslek ve meşrep ayırımı yapılmadan, meşreben ayrıldıklarınızla meslek olarak ayrı durduklarınız ile aynı düsturlarla hareket etmek ve muamelelerde bulunmak yanlışa kapı açabilecektir. Yani meslekteki farklılıklar ile meşrepteki ihtilâfı karıştırmamak gerekir.

Meşrepteki ihtilâflar, genelde usûl, tarz farklılığıdır. Yoksa meslek düsturlarında bir farklılaşma değildir.

Bu ayırım Yirminci İhlâs Risalesi’nde daha çok meslek olarak ayrıldığımız kimselerle aramızdaki ihlâs hakikatinin nasıl yaşanması gerekliliğine dair düsturları ihtiva ederken, 21. İhlâs meşreben farklılıklarda ve aynı meşreptekilerle, ihlâsı muhafaza etmenin düsturlarını anlatmaktadır.

Bu noktadan bakıldığında rıza-i İlâhiyi esas tutmak, tenkit etmemek, faziletfüruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemek, faziletleriyle şakirane iftihar etmek aslında meşrep farklılığı kardeşlerle de aramızda yaşanması gereken ihlâs düsturları olsa gerektir.

Bunların yaşanması da, elbette meşrebî düsturlarını, çizgilerini esnetmek veya kaldırmak anlamına gelmemelidir. Belki bizlerin en büyük yanılgısı da budur ki, muhabbet ettiklerimizi müsbet manada tenkit edemediğimiz gibi, tenkit ettiklerimize de muhabbet edemeyişimizdir.

Yasemin Yaşar

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*