Cemaatsiz Ramazan, coşkusuz 100. yıl

Meclisin 100. kuruluş yıl dönümü Ramazan arefesine tevafuk etti. Ama ikisine de korona salgınından kaynaklanan tedirginliğin ve virüsle mücadele tedbirleri kapsamında getirilen kısıtlamaların gölgesi düştü.
Ramazan’ın hayatımıza farklı renk ve boyutlar kazandıran “ritüel”leri bu sene yok.

Cemaatle teravih yok. İlk günü Cuma, ama Cuma namazı yok. Toplu iftar davetleri yok.

Kâbe’de, Mescid-i Nebevî’de, dünyadaki şubeleri olan cami ve mescitlerde cemaat yok.

Bütün mabedler boş ve mahzun.

İftar sofraları ailelerle sınırlı ve hüzünlü.

Bu ortamda, korona sebebiyle bir buçuk ay tatile girmiş olan Meclis de ıssız ve suskun.

100. yıl böyle mi kutlanmalıydı?!

Bütün bu olup bitenlere kader boyutuyla baktığımızda çıkaracağımız çok dersler var.

Camilerin Cuma’sız ve cemaatsiz hale gelmesinde, mabedlere siyasetin ve cemaatin içine fitnelerin sokulması, ibadetin ruhu ve özü olan ihlâsın kaybedilmesi gibi sebeplerin rolünü artık görmemiz gerekmiyor mu?

Toplu iftarlar yapamaz hale gelmemiz, bu iftarların son dönemde gösteriş ve israf aracı haline getirilmesine de bir ceza olamaz mı?

100. yılın Ramazan öncesi bir kez daha resmî ideoloji propagandası için kullanılmasına kaderin müsaade etmemesi boyutu da var.

Meclisin bu duruma düşmesi, varlık sebebi olan manalardan uzaklaştırılıp işlevsizleştirilmesinin çok ibretli bir neticesi değil mi?

Keşke bu ibretler görülüp ders çıkarılarak, kadere fetva verdiren hatalardan vazgeçilse.

Esasen hem Ramazan, hem Meclisin 100. yılı ve ikisinin aynı güne tevafuku, iç barışı temin ve tahkim edip toplumsal bir kucaklaşmayı sağlamak için mükemmel bir fırsattı.

Meselâ infaz indirimi yasası böyle bir yaklaşımla hazırlanmış olsaydı, bu fırsatın çok iyi değerlendirildiğinin bir örneği olabilirdi.

Ne yazık ki, bu yönde yapılan bütün çağrılara rağmen değerlendirilemeyip harcandı.

Bu çağrıyı dillendirenlerden Ahmet Taşgetiren “Eğer bu ülkede devlet aklı diye birşey varsa böyle yapar, yapmalı” diye yazmıştı.

Sağlıklı bir demokrasi olsa ve başta Meclis, kurumlar ona göre çalışabilseydi o akıl zaten devreye girecek ve doğru olanı yaptıracaktı.

Sağduyu ve vicdan eksenli bir dayanışma ile o ortak aklı işletmek artık toplumun işi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*