Cemiyet için, devlet için fert feda edilir mi?

İslâm’da şahsî hukuk, birçok açıdan toplumsal alanla ilgilidir.

Ama dinde, ferdin hukukunu; ne toplumun ne de devletin çıkarlarına feda etmeyen bir şahsî hukuk söz konusudur.

“Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.’’1

şdiyen Said Nursî farklı şeyler söyleyerek ferdi ve toplumu rahatlatmaktadır. Bunlar toplumun alışık olmadığı fikirlerdir. Said Nursî; dinin görüşlerini bu çarpıcı fikirlerle ortaya koymaktadır.

“Bir masum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez- Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki o başka meseledir.’’2

diyen Said Nursî, bu görüşleriyle Asr-ı Saadete ışık tutmakta ve Adalet-i Mahza’ya gönderme yapmaktadır.

Şahsın hukuku ne kadar önemliyse, toplumun hukuku da o kadar önemlidir. Bu konuda da Said Nursî; toplumu yönetenlerin önüne, toplumu rahatlatan yeni bir şey koymaktadır.

‘’Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup ahirette mesul olur; dünyada değil.’’3

görüşünü savunan Said Nursî; ‘’Eğer bu kanun-u esasi çabuk düstur-u esasî yapılmazsa’’4 insanlığın sosyal hayatının iki dünya savaşının meydana getirdiği tahribata benzer bir tahribatın ve vahşetin yaşanacağı noktasında idarecileri şiddetle uyarmaktadır.

Bediüzzaman, eserlerinin bir çok yerinde Kur’ân’ın esaslı bir kanunu olarak nitelendirdiği

‘’Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’’5

âyetinin ve Allah’ın Kur’ân’a koyduğu bu hükmün uygulanması konusunda ısrarla durmaktadır.

Ayakları yere basan düşünceler ortaya koyan Said Nursî; bu düşüncesini dehşetli örneklerle temellendirmektedir:

‘’Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasisi olan ’Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için her şey feda edilir.’ diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasi-yi beşeriye, bir hadd-i muayenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumi, bu gaddar kanun-u esasinin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zir ü zeber ettiği gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harap etti.’’6

diyerek bu kanunun sadece İslâmların değil bütün beşerin başına felâket getirdiğini ve mutlak surette değişmesi gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.

Bu konuda ne kadar ısrarlı ve kararlı olduğunu vefatından önce talebelerine verdiği son dersinde bile dillendirmesinden anlamaktayız:

‘’Mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet asayişi muhafaza etmek içindir.’ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez.’ düsturu ile- ki ‘ Bir cani yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk çocuğu mesul olamaz.’ İşte bunun içindir ki bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım.’’7

Bu sözleriyle talebelerini ve tabilerini ikaz eden Said Nursî; aynı zamanda kendisine ve talebelerine yapılan zulümlere niye kuvvet kullanarak karşı koymadığını da bu ‘kanunu’ uygulamaktaki ısrarından anlıyoruz.

Kur’ân’ın bu hükmünü kesinlikle önceleyen ve üstünde ısrarla duran Said Nursî; kanun koyucuları ve uygulayıcıları ikaz etmeye ısrarla devam edecek ve şöyle diyecektir:

‘’İslâmiyetin pek çok kanun-u esasisinden birisi ‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’ Âyet-i Kerimesinin hakikatidir ki, ‘Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.’
Halbuki, şimdiki siyaset-i hazırada particilik taraftarlığıyla, bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. Bir caninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zir ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.’’8

Kanun koyucular, yasa yapıcılar ve bilumum mebusanın kulak vermesi gereken gerçekleri ısrarla vurgulayan Said Nursî’ye duyarsız kalmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz.

Atilla Yılmaz

Dipnotlar:
1. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, YAN. s. 31.
2. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, YAN. s. 334.
3. a.g.e. s. 319.
4. a.g.e. s. 319.
5. En’am Sûresi. 6;164. İsra Sûresi. 17;15.
6. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâh., YAN. s. 333.
7. a.g.e. s. 455.
8. a.g.e. s. 393.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*