Cennetteki Ulvi Lezzetler

Bu yazımızda 28. Sözde geçen bir sual-cevap üzerine kısa bir izah yapmaya çalışacağız. Bir ölçüde ifadeden anladıklarımızı sizlerle paylaşacağız. İnşallah sizlere ve bizlere faydası olur ve yeni zihni açılımlara vesile olur.

İfade şu:

“Suâl: Cisim, eğer hayatî olsa, eczâ-i bedenî dâim terkib ve tahlildedir, inkırâza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, bekà-i şahsî ve muâmele-i zevciye ise, bekà-i nev’î içindir ki, şu âlemde birer esas olmuşlar.

Âlem-i ebediyette ve âlem-i uhrevîde şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennetin en büyük lezâizi sırasına geçmişler?
Elcevap: Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.
Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzene sabit kalır; vâridât ile masârif muvâzenettedir, devr-i dâimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzât için, hayat-ı cismâniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir.
Ekl ve şürb ve muâmele-i zevciye, gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider; fakat, o vazifeye bir ücret-i muâccele olarak öyle mütenevvi’ leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccüh ediyor. Mâdem bu dâr-ı elemde bu kadar acîb ve ayrı ayrı lezzetlere medâr, ekl ve nikâhtır; elbette, dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennette, o lezzetler, o kadar ulvî bir sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştihâ sûretinde ilâve ederek, Cennete lâyık ve ebediyete münâsip, en câmi’ hayattar bir mâden-i lezzet olur.
Evet, “Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût Sûresi: 64.)” sırrınca, şu dâr-ı dünyada, câmid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayattardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar, emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen, “Filân meyveyi bana getir”; getirir. Filân taşa desen, “Gel”; gelir. Mâdem taş, ağaç bu derece ulvî bir sûret alırlar; elbette, ekl ve şürb ve nikâh dahi, hakikat-ı cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber, Cennetin dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir sûret almaları iktizâ eder.(Sözler, s.459)

Sual üzerine verilen cevaplardaki izahlara geçmeden önce Risale-i Nurdaki mühim bir hususu nazarlara sunalım. Evet, Nurlarda birçok sual ve cevap vardır. Çoğu zaman da bizzat suallerin içinde mühim hakikatler zikredilir, mühim hususlardan bahsedilir. 28. Sözde geçen mezkur ifade de böyledir. Zira sual içinde ebedi aleme ait mühim ve sırlı bir hakikat gizlenmiş.

Şöyle ki:

Haşir sonrası ebedi alemde insanın hayatını devam ettirebilmesi için yeme ve içmeye, havaya ve suya veya gıdaya ihtiyacı olmayacaktır. Yani bu dünyadaki gibi, bu maddelere yaşaması için zaruret derecesinde ihtiyaç duyulmayacaktır. Bu, “Âlem-i ebediyette ve âlem-i uhrevîde şunlara(yani yeme ve içmeye) ihtiyaç yoktur” cümlesi ile ifade edilmiş. Bu dünyada Hakim ismi gereğince Kudret-i İlahiye perdeler ve sebepler arkasında tasarruf ediyor. Bu nedenle Hikmet, insanın hayatının devamını suya, havaya, gıdaya, ısıya, ışığa bağlamış. Bunlar birer perdedir. Ama iş gören ne su, ne ışık, ne de bir takım gıdalardır. Suyu, havayı, gıdayı insan vücudunda işleyen Kudret-i İlahiyedir. Perdeler arkasında bizzat fiil sahibi Allah’ın kudretidir. Ahiret alemlerinde ise hikmet yerine kudret ve rahmet öncelikli olduğu için sebepler perdesi kalkıyor. Kudretin doğrudan tasarruf ve idaresi tecelli ettiği için sebeplere ihtiyaç kalmıyor. İşte bu nedenle hayatımızın devamı için su, gıda ve hava gibi zahiri sebeplere ihtiyaç da ortadan kalkıyor. Cennete giden bir mümin de su, hava ve gıdayı ihtiyaçtan değil, sadece lezzet almak için istimal ediyor.

Kudret tecellisi ile vücut yapımızın da değişeceği yine mezkur ifadeden anlaşılıyor. “Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzene sabit kalır…” ifadesi bu hakikate işaret eder. Şayet cisim içindeki zerrelerimiz sabit kalacak ise, bu dünyadaki gibi bazı kimyevi reaksiyonlar ve tepkimeler olmayacak demektir. Dışarıdan alınan bir takım gıdalardan vücut için yeni bir şeyler üretilmeyecek demektir. Tabi ki bir anda yüz ve bin yerde bulunacak bir vücudun gıdaya ihtiyacı olmaz. Elbette ki tüm zerreleri nuraniyet kesp etmiş bir vücut yaşamak için suya, havaya ve gıdaya ihtiyaç duymaz.

Mezkur ifadedeki sualle ilgili bu kısa açıklamadan sonra diğer tabirler üzerindeki izahlarımıza devam edelim. Suale verilen cevabın ilk paragrafı mühim bir hakikati ihtiva ediyor. Şu dünyadaki hayatın işleyişi hakkında önemli ipuçları veriyor.

Şöyle ki:

“Elcevap: Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.”

Bu dünyada canlılık dediğimiz şey harekettir. Hareket canlılığın bir işaretidir. Hareket ise potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüştürülmesi ile elde edilir. Bir ölçüde hareket, enerjiye ve enerjinin doğru olarak üretilmesine ve doğru olarak tüketilmesine bağlıdır. Ömür dediğimiz şeyi de hareketin bizzat kendi süresi tayin eder.

Şimdi bir vasıta düşünelim. Nedir vasıtanın hareket ömrü? Deposuna koyacağınız altmış litre benzindir. Yani siz bir vasıtanın deposuna altmış litre benzinle bir potansiyel enerji koyarsınız. Vasıtanızın motoru da bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirir, yani hareket enerjisi üretir. Ve siz bu üretimle ortalama bin kilometre yol alırsınız. Aslında bu vasıtanın ömrü bin kilometrelik yoldur. Yani vasıtanız potansiyel enerjisini tüketince durur, bir ölçüde canlılığını kaybeder. Sizin bu vasıtanın ömrünü devam ettirmeniz için tekrar ona altmış litrelik bir enerji yüklemeniz gerekir. Böylece vasıtanın ömrünü bin kilometre daha uzatmış olursunuz, vasıtanız da yaşamaya devam eder.

Canlılarda da benzer bir durum vardır. İnsan vücudu mükemmel işleyen bir fabrika gibi yaratılmış. Bu fabrikanın tüm azalarının hayatlarını devam ettirebilmeleri için enerjiye ihtiyaçları vardır. Başta gıda ve su olmak üzere, hava ve ısı ve ışık da insan vücudunun enerji kaynaklarıdır. Vücudumuzun da sıhhatli olarak fıtri ömrünü devam ettirebilmesi için yeteri derecede enerjiye ihtiyacı vardır. Aslında insan ömrü de bir ölçüde bu enerji kaynaklarına bağlıdır. Şayet bir insan yeteri kadar gıda alamaz ise bir noktadan sonra vücut yedek enerji kaynaklarını kullanmaya başlar. Hiç gıda almaz iseniz ömrünüz bu günkü verilere göre ortalama yetmiş sekiz gündür. Zira İngiltere’de bir mahkum açlık grevi yapmış ve yetmiş sekiz gün yaşamaya muvaffak olmuş.

Bu bilgiler doğrultusunda ifadede geçen “vâridât ve masârifin”, yani gelir ve giderlerin üç hakikati olduğu gözükür.

1-Vücuda dışarıdan gıdalar alınması ve bu gıdaların vücudun hayatının devamı için harcanması gelirler ve giderler anlamı taşımaktadır.

2-Dışarıdan alınan gıdaların bir kısımın enerjiye dönüştürülerek vücut için gerekli hareket ve hayat enerjisin temin edilmesi ve bunun doğru bir şekilde sarf edilmesi yine gelir ve gider manasını ihtiva eder.

3-Yediğimiz gıdaların bir kısmının da vücudun yapı taşları olarak kullanılması veya yapı taşlarının üretimi için kullanılması yine gelir ve gider tanımı içine girer.

Sual: Madem, “Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür” ifadesindeki varidat kelimesi gıda, hava, su gibi vücudun devamı için gerekli olan maddeler olarak tanımlanıyor. Öyle ise ihtiyarlıkta düzgün ve doğru beslenen varlıklı bir insanın ölmemesi gerekir.

Cevap:Bu ifadede geçen varidatı sadece dışarıdan alınan hayat maddeleri olarak anlamak eksik olur. Zira alınan bu gıdaların doğru bir şekilde işlenmesi ve vücut için gerekli olan yapı taşlarının üretilmesi de gelirler içinde düşünülmesi gerekir. Burada “çocukluktan sinn-i kemâle kadar” dediğimiz süre ortalama yirmi beş yıldır. İnsan vücudunda ortalama yirmi beş süresince gerek enerji, gerekse yapı taşları olan hücre üretimi tüketimden fazladır. Bu nedenle insan vücudu bu yaşa kadar büyümeye devam eder. Bu yaştan sonra ise büyüme durur. İlerleyen yaşlarından sonra ise vücutta hücre yenilenmesi azalır. İnsan vücudunda ortalama 100 trilyon hücre var. Her saniyede yaklaşık elli milyon hücrenin vefat ettiğini, yerine de yaklaşık elli milyon hücre yaratıldığını günümüz fen ilimleri bizlere haber veriyor. Demek ki insanın, kırk- elli gibi, belli bir yaştan sonra dışarıdan alınan gıdayı işleme, enerjiye dönüştürme ve hücre üretimi olarak kullanma kapasitesi düşüyor. İşte mezkur ifadede bu hallere işaret edilmiş. Bu husus Tıp ilmine sahip bir kardeşimiz tarafından incelenip izah edilse, zannederiz daha bir çok hakikat ortaya çıkacaktır.

İzaha devam ediyoruz.

Yemek, içmek ve nikah bu dünyada bir vazife içindir. Zira hem şahsi, hem de cemiyet hayatımızın devamı, neslin çoğalması bu üç vazifeye bakar. Ancak bu vazifeler icra edilirken bile Allah, bu vazifelerin içine mühim lezzetler koymuştur. Bu dünyada en mühim lezzetler elbette ki yemek, içme ve nikah içindedir. İnsanlar bu lezzetlerin sevki ile dünyevi vazifelerini yerine getiriler. “Elbette, dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennette, o lezzetler, o kadar ulvî bir sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştihâ sûretinde ilâve ederek, Cennete lâyık ve ebediyete münâsip, en câmi’ hayattar bir mâden-i lezzet olur” sırrınca bu lezzetler Cennete de devam edecektir. Ancak ifadeden anlaşıldığı üzere bu lezzetler, hakikat-i cismanilerini muhafaza etmekle birlikte, ulvi bir suret alacaktır. Yani bu lezzetlerin bir ölçüde suretleri, yani şekil ve tarzları Cennete layık, ebediyete münasip bir halde olacaktır.

Nasıl ki insan Cennete yediği ve içtiğinden kuzurat ve atık madde ortaya çıkmaz. Bu da insan vücudunda bazı ulvi değişiklikler olacağına işaret eder. Yani insan cismi ebedi alemde ulvi bir hal kesp eder. Cismani olarak da terakki eder. İşte onun gibi Cennetteki lezzetler de insan cisminin mahiyetine uygun olarak öyle ulvi bir hal alır. Cennette yeme, içme ve nikahtan alınacak lezzet de o ölçüde ulvi ve yüksek bir dereceye çıkar ki, bu dünyadaki aklın ve hissin kavrayamayacağı bir noktaya kadar terakki eder.

Cennetteki lezzetler Allah’ın rızasına uygun ulvi lezzetlerdir. Dünyevi bazı süfli lezzetlerin Cennette bulunacağını düşünmek yanlış olur. Allah günahları ebedi olarak yasaklamıştır. Bu dünyadaki tüm günah ve kötülükler Cehenneme akarken, tüm güzellik ve iyilikler ise Cennete akmaktadır. Bu nedenle Cennete insanın karşılaşacağı güzellikler Allah rızasına uygun olan hakiki güzelliktir. İşte bu dünyadan giden, bir çekirdek tarzında olan, tüm iyilik ve güzellikler Cennette sümbül verecek; ulvi ve harika bir hal alacaktır. İnsan bu dünyadaki bazı süfli lezzetlerin ahirette olup olmayacağını sorgularken, o lezzetin mahiyetine baksın. Şayet o hal ve lezzet Allah’ın rızasına uygun ise vardır, yoksa o halin Cennette olacağını beklemek boş hayaldir.

 

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*