Cevabın yeter, Rabbim! Cevabın yeter!

Vefasız sevgililere saplanıp kalmış divane aşıkların, yaralı gönüllerinin derininden çıkan samimî bir feryad vardır hani: “Cevabın yeter, sevgilim, cevabın yeter!” Hani bir şairin vurulduğu bir güzele yazdığı mektupta daha nazikane söylediği gibi “Lütfen olumsuz da olsa bir cevap dönün…”

Cevapsızlık, muhatapsızlıktır çünkü… İnsanın en derininde, gönlümüzün en derin yerinde yakıcı ıztırabını duyduğumuz şey budur aslında… O yüzden değil midir arayışlarımız, o yüzden değil midir kayboluşlarımız ve buluşlarımız, bulunuşlarımız…
***
Rivayette varmış… Birgün Cebrail Levh-i Mahfuz’da ibadetine düşkün bir adamı cehennemlikler arasında görmüş, Allah’tan izin isteyip adama gitmiş, adama “Allah senin cehennem ehli olduğuna hükmetmiştir” demiş. Adamcağız düşüp bayılmış.

Hikâyenin burasında galiba hepimiz sanıyoruz ki adam beklemediği bu olumsuz haber yüzünden şok olup bayılmış. Ama ayılınca adamın ilk işi secdeye kapanıp, şükretmek olmuş! Ve demiş: “Allah benim adımı anmıştır, öyle mi?! Bu ne yüksek lütuftur! Demek o benimle ilgileniyor…” (İbretli Hikâyeler, s. 54-55, Yeni Asya Neşriyat)

O size muhatap olursa, sahi adınızın cehennemlikler arasında anılmasına razı mısınız? O’nun sizi anmasına razıysanız, ne güzeldir herşey, ne güzel yaratılmıştır herşey… Başa gelen ne olursa olsun, artık ne gam, ne keder, O’ndan geldiyse baş göz üstüne! “Narın da hoş, nurun da hoş…”
***
“Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: ‘Ya hekim, bana bak.’
Hekim ‘Lebbeyk,’ der. ‘Ne istersin?’ Cevap verir.” (Sözler, 23. Söz)
Ne cevap verir? Bazen istediğini verir, bazen istemediğini verir, bazen hiç vermez. Ama hep cevap verir. Hep cevap verilir.
Burada biraz durmak değil midir bize düşen?! Cevap verilmiştir ya bir kere… Ne fark eder ki bundan sonra:

“Lütfun da hoş, kahrın da hoş…”
***
Tevekkül, rıza bizden ne kadar uzaklaşırsa dünyaya dair isteklerimiz o kadar artıyor. Ve ne kadar artarsa dünyaya, dünyanın fani yüzüne dair isteklerimiz, tevekkül ve ihlâs o kadar uzaklaşıyor.

Muhatap olmanın eşsiz güzelliğine vurulan gönüllerin sayısı azaldıkça dünya daha bir dünyevîleşecek, daha bir zorlaşacak imtihanlarımız.
Oysa; herkese cevap(lar) var, bu dünyada…

Herkese cevap veriyor, herkesle hususî konuşuyor Yaratıcı. Her insan muhatap olabilme kabiliyetiyle yaratılmış olarak geliyor dünyaya…
***
Hastalanıyorsun bazen, işte cevap veriyor. O artık “senin doktorun”dur. Şafî isminin tecellisi senin aynanda/insan aynasında “sana has, hususî” olarak “sende” yansımıştır. İşte hastalık diliyle seni andı Yaratıcın, ne mutlu!

Bazen bir güzellik oluyor dünyanda, bir nimet veriyor Rabbin, şükrediyorsun… Biliyorsun bugün de Mün’im-i Hakikî nimetin diliyle konuşuyor seninle, cevap veriyor senin ihtiyacına…

Bazen bir trafik kazası oluyor cevap, bazen yürürken gördüğün gökkuşağı…
Bazen ufak bir deprem, bazen yeni doğan bir kedi yavrusu…
Hangisi daha büyük, daha önemli? Hepsi… Hepsi birer cevap çünkü, hepsi sana gönderilmiş kelimeler, Kelâmın asıl sahibinden…
***
Buraya kadar geldik ama… Henüz birinci daldaymışız meğer:

“Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette ‘Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr’ dediklerini işiteceksin.

“Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette ‘Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm’ diyecekler.” (24. Söz, 1. Dal)
***
Bir duâ edebilecek misin, Gani-i Alelıtlak olan Saniine: “Ellerimi her açtığımda, kalbimden birşey istediğimde Senden, biliyorum verebilirsin Sen!”
Ve daha önemlisi, ekleyebilecek misin “Cevabın yeter ey Rabbim” diye? Yalvarabilecek misin isteklerinden azade, diğer sevdiklerini bile geride bırakıp: “Olumsuz da olsa Rabbim, cevap dönüyorsun ya, yeter bize” diyerek?!

Razı olup, ihlâsı kırmaksızın…
Muhatap olabilecek misin?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*