Ciddiyet, Allah’ı unutmamaktır

Şeytan hayırlı bir işin her aşamasında insanla uğraşır. Tâ ki o iş ya akim kalsın ya ihlâsı bozulup, rıza-i İlâhiyi kaybetsin.

Bu yüzden Kur’ân talebeleri hizmetin her basamağında müteyakkız davranmalı, işin ruhunu muhafaza etmeli, ciddiyeti elden bırakmamalıdır.

Ciddiyetsizlik insanın günlük yaşantısında olduğu gibi manevî hayatı üzerinde de olumsuz tesirleri vardır. Zira insan mahlûkatın içerisinde en ciddî konumda, en ciddî bir mesele için dünyaya gönderilmiştir.

Buradaki ciddiyetten anlaşılması gereken hayatın her anında lehviyatla meşgul olmamak anlamındadır. Yani ciddiyet, malayaniyatı terk etmektir.

Kudsî işlerin mukaddemesi de, süreci de, âhiri de rıza-i İlâhiye uygun olmalı, nefis hiçbir aşamasında kendisine pay kapmamalıdır.

İnsan sürekli Allah’ın rızasını tahsil için uğraşırsa, hizmetin neticesindeki sevaptan başka her aşamasında da sevap kazanacaktır. Hatta her bir hizmeti, faaliyeti Cenâb-ı Hak’la olan münasebetini daha da derinleştirmeye bir basamak olacak ve manevî hayatına her gün yeni bir şeyler kazandıracaktır.

Allah’ın rızasını tahsil hususunda İlâ-i Kelimetullah’tan daha üstün bir vesile yoktur. Lâkin bu kudsî vesile bile Allah’a yakın olma isteğinin ve O’na kavuşma iştiyakının yerine konmamalıdır.

Allah katında insan talebinin, niyet ve arzusunun kıymetine göre değerlidir. Kim, neye talipse o kadar hak nazarında kıymet alacaktır.

Kimileri mala, mülke, makama; kimileri zevke, keramete; kimileri de doğrudan doğruya rıza-i İlâhiye taliptir. İşte bu talebin yerini başka hiçbir maksat dolduramaz. Ciddiyet de, her şeyde sadece rıza-i İlâhiyi tahsil anlamındadır.

İnsana, imanı şahsiyet kazandırır.

Şahsiyet denen şey, Allah’a olan intisaptır. Yani O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu aynı zamanda Allah’ın, kişi üzerindeki ismin keşfi ve tezahürüdür. Çünkü imanı tam olan insanın marifeti tamdır. Marifeti tam olan bir insan ise, kulluğun gerektirdiği edep ve ciddiyeti tam yaşayacaktır.

İşte Kur’ân talebeliği hayatın her ânında ciddiyet, samimiyet, sadakat, feragat, metanet ve sıddıkiyet ister. Ciddiyetsiz ve laubali kimselerin dâvâ adamı olmaları, başkalarına rehberlik yapmaları mümkün değildir.

Maalesef günümüz insanı ciddiyet ve ciddiyetsizlik çizgisini biraz aşmakta, şevk meselesini gülüp, eğlenmek şeklinde anlamaktadır. Oysaki şevk mesleği, ye’se düşmemek, asla inkisar yaşamamak, her zaman iştiyakla hizmete koşmak iken, bazıları bunu gülmek, eğlenmek şeklinde yorumlamaktadır. Bunun sebebi, marifet eksikliğidir. Neye hizmet ettiğinin bilincinin oturmamasıdır. Konuyla ilgili Bediüzzaman İşârâtü’l-İ’câz’da şöyle der: “Ahlâk-ı âliyeyi, o yüksek huyları hakikate yapıştıran ve ahlâkı daima yaşattıran ciddiyet ve sıdktır.”

Hâsılı, yapılan her işte doğru, samimî olmak, amelleri sadece Allah’a tahsis etmek için, gönül, fikir, kalp, dil, göz, kulak, hayal vs. her uzvu ve cihazatı korumak şarttır. Vazife ve sorumlulukları emr-i İlâhî olduğu için yapmak, hem insanın psikolojisini rahatlatmakta, hem insanı gurur, enaniyet vs. gibi hastalıklardan korumakta, hem ciddiyete sevk etmektedir.

Her şeyi görüp gözeten, sadece zahire, surete değil, kalplere, niyetlere nazar eden Allah her şeye muttalidir. Allah, neyi, ne niyetle yaptığımızı bilmektedir. Zaten Cenâb-ı Hak bir vazifenin semeresinden ziyade, her aşamasında rızasının gözetilmesine önem vermektedir.

O halde, ulvî gayeler ve kudsî vazifeleri olan kişilerin sorumlulukları çok daha fazladır. Hayatlarının hiçbir anı kontrolsüzlük içinde olmamalı, şeytana malzeme olmadan, büyük bir ciddiyetle geçmelidir. Tâ ki ağızdan çıkan sözler kalplere tesir etsin ve her şeyden önemlisi de Cenâb-ı Hak yaptığı hizmetlerden razı olsun.

Şu da unutulmamalıdır ki, büyük dâvâlar, ciddî insanların omuzlarında yükselecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*