Çin modeli nedir, biliyor muyuz?

Perşembenin gelişi, Çarşambadan belli değil miydi?

Günümüzde yaşamakta olduğumuz ekonomik krizlerin mahiyet olarak, dünde yaşadıklarımızın aynısı olduğunu milletten saklamanın yollarına başvuruyoruz. Kırk yıllık hipnozun seansları da sona erince, ara seanslarla bu güne kadar yetinildi. Yani “bu yolun sonuna geldiğimizi” kaptanlarımız bizden saklamak istiyorlar.

Siyaseten bağımsızlığa ulaşamayan Türkiye’mizde yetmiş seneye yakındır; siyasî iktidarlar ya askerî müdahalelerle veya siyasî müdahalelerle görevlerinden uzaklaştırılıyorlar. 12 Eylül ihtilâlinin müttefiklerinden olan Neoliberaller işin içine girince de, daha çok “ekonomik müdahale” usûlü kullanılıyor. Daha kolay, dünyanın ileri ülkelerine ve kurumlarına hesap verme derdi olmayan ve içerde de faturayı yükleyecekleri yeteri kadar unsur ve sebep de buluna bilinen bu metot, müdahaleciler için daha elverişli… Âlây-ı valâ ile ihtilâl sonrası hükümete oturttukları ANAP’ın uğradığı zilleti hatırlıyoruz. AKP’nin siyaseten ANAP ile aynı olduğunu defaatla söyledik. Özal gibi Erdoğan da “EKONOMİ İLE” hem içeriye ve hem de dışarıya meydan okudular. Ve geçmişte yaşadığımız gibi, iktidar halatlarını, getirenler yine “EKONOMİ KILICIYLA” kesiyorlar. Bu hususlar hakkında yeterince yazılıp-çizildiğinden, zihinlerdeki istifhamları araştırmacı yazarların çalışmalarına havale ediyoruz.

Cumhurbaşkanımıza izafe edilen “ÇİN MODELİ” ifadesi, bir bataktan bir başka batağa giden yolu işaret ettiğinden, üzerinde durmamızı gerektiriyor. Zira milletimiz, Çin hakkında doğru bilgilerden maalesef mahrum. 12 Eylül ile birlikte ölümü ilân edilen komünizmin Çin’de “OTORİTER KAPİTALİZM” kimliğiyle yaşamakta olduğunu bilmiyor. Yetmiş senelik Çin diktatörlüğünün hikâyesini, 1980’den sonra ABD ve AB komünistlerinin Çin’e verdikleri yeni rolü de bilemiyoruz. Şikagolu Neoliberallerin Çin İdaresi’ni komünizmde tutabilmeleri için hazırladıkları programları, ABD ve AB’deki sermayenin ileri teknoloji ile ÇİN’e transferini de bize kimse anlatmadı.

Yani Çin’in, Türkiye’den daha çok Batı’dan gelen Neocon-Neoliberal ittifakının hegemonyasında bulunduğunu söylemek istiyoruz. Demokrasiye geçişine müdahale edilmiş günümüz Çin’i bağımsız bir ülke olmadığından, ÇİN MODELİNDEN bahsetmenin çok manasız olacağını düşünüyoruz. Çin Modeli yerine; yine biz kapitalizmi, sosyalizmi, Neoliberalizmi veya sosyal adalete dayalı demokrasi modellerini konuşalım. Zira dünyada böyle bir modelin olmadığını; oradaki sermayenin de, teknolojinin de ve kullanılan programların da Avrupa ve Amerika’daki sermayedarlara ait olduğunu milletimize dürüstçe anlatalım, diye bu yazıyı kaleme alıyoruz.

Millet olarak en büyük düşmanlarımızın başında, dış güçlerden ziyade cehaletimiz olduğunu AKP kurmayları halkımıza anlatmış olsaydı, millet olarak çare arardık ve tedbirler araştırırdık. Bu yanlışı yapanlar, düne kadar elimizin tersiyle tenkit ettiğimiz AB’nin mahiyetini de siyasî ihtiraslarına göre anlattılar. 2008 kriziyle perişan olan Yunanistan ve diğer güney AB ülkelerine karşı cumhurbaşkanımızın kullandığı üslûp arşivdedir. Kemalistlerle ittifak ederek nev-i şahsımıza münasip bir model icadına giriştiğimizi, yine hükümetin ara ara beyanlarından okuduk ve hâlâ okumaya devam ediyoruz.

Fakat bütün bu yanlış telakkiler, yaklaşımlar, yeniden Amerika keşifleri ve tanımlar; maalesef cehaletimizi katmerleştirdi, milletin ekseriyetini “tozpembe” hayâl dünyasına hapsetti.

Amerika’nın millî çıkarları ve demokrasisi uğruna, sermayeyi ÇİN’e taşımış bir kısım zenginlerle yaptığı mücadeleyi de anlayamadık. Amerika Çin ile mücadele etmiyordu, servetini ÇİN’e kaçırmış “küresel gücün” bir kısmıyla içten içe savaşıyordu. Ve bu savaşın mahiyeti KORONA SÜRECİNDE iyice anlaşılmaya başlandı. Semavî dinleri ve yaratılışı inkâr eden bir kısım “küresel hegemonyacıdan” oluşan bu yıkıcı hareketin karşısına; insanî değerleri esas almış, Allah’a inanmış ve yaratılışı korumaya çalışanlarla ittifak halinde çıkmamız gerekiyorken; AKP kurmayları bu hayati hakikati de anlayamadılar. Çok klâsik, makyavelist ve siyasî menfaat çerçevesinde olayları tahlile yöneldiler. Kemalizm’in komünizmden ayrılmayacağını, Neoliberallerin sivil komünistler olduğunu, Neocon ihtilâlcilerinin daimî bir ihtilâl sıtmasıyla hareket halinde olduklarını; ya bilemiyorlardı veya başlarını gaflet yorganının altına çekiyorlardı.

Tereddiden çıkışın veya ümidin nerede olduğunu merak eden okuyucularımıza bir realiteyi tekrarlamak isteriz. AKP’nin değil, ama Türkiye’nin kurtuluşunun bir an önce AB ile ittifakta olduğunu sıradan insanlar da biliyorlar. AKP’nin 2007’ye kadar isteksiz de olsa AB yolunda yaptığı yolculuğa devam etseydi, bir avuç küresel eşkıya Türkiye’nin yolunu kesebilir miydi? Türkiye dolar yerine Eoru’yu tercih etseydi, altı ay içinde yüzde yüz devalüasyon felâketini yaşar mıydık? Kur oyunlarıyla ülkenin şirketleri, fabrika ve tesisleri “KELEPİR” hale sokulup haraç-mezat dünyaya zillet içinde bakar mıydık?

Ülke idarecilerimizin yeni ve tarihî bir kavşağın eşiğinde olduğunu kendileri de biliyorlardır. Bir an önce muhalefeti de toplayıp, AB ile toptan bir mutabakat ile “KÜRESEL HEGEMONYACILARIN” şerlerinden kurtulma fırsatını, henüz kaçırmadığımızı umuyoruz. Hem anayasasındaki eksiklikleri, hem demokratik reformlarını, hem halkının refahı için gereken kanunî alt yapıları ve hem de eşkıyanın ani taarruzlarından kurtulmanın biricik yolu, Cumhurbaşkanının muhalefet ile oturup bir karara varmasından geçiyor. Siyaseti ayrıştıran, millî birliği dağıtan ve tarafgirlik ateşini tutuşturan üslûplardan uzaklaşarak “YENİ TÜRKİYE’Yİ” hem kurtarma ve hem de kurma imkânına, işte o zaman kavuşabiliriz.

Kendisi himmete muhtaç, kendi içinde millî-komünist mücadelesi yaşayan ve halkına en büyük zulmü reva gören Allah ve adalet düşmanı Komünist Çin İdaresi’ne özenmenin akıl-mantıkla bağdaşmayacağını, artık her kes görmelidir, diyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*