Bediüzzaman diyor ki:
Harb–i Umumîde, esaretle (1916–1918), Rusya’nın şark–ı şimalîsinde (kuzey–doğusunda), çok uzak olan Kosturma vilâyetinde bulunuyordum. …Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Harb–i Umumîyi gören ihtiyardır. Güya (“Çocukları ihtiyarlatan bir gün.” Müzzemmil Sûresi: 17) sırrına mazhar olarak, öyle günlerdir ki, çocukları ihtiyarlandırdığı cihetle, kırk yaşında iken, kendimi seksen yaşında bir vaziyette buldum.
(Lem’alar, s. 234)
En büyük zararı Osmanlı gördü
Birinci Dünya Savaşının fitili Avrupa’da ateşlendi; ancak, “çocukları ihtiyarlatacak derecede” dehşetli olan bu harp belâsı, özellikle Osmanlı ve İslâm dünyasını vurdu.
Gerek toprak kaybı, gerekse can ve mal kaybı itibariyle de, en büyük zararı yine Osmanlı Devleti gördü.
Harbe iştirak eden tarafları şu şekilde kategorize etmek mümkün: Osmanlı–Alman ittifakına Avusturya–Macaristan İmparatorluğu da dahil olmuştur. Karşı cephede ise, İngiltere, Fransa, Rusya ve bilâhare Amerika yer almıştır. Savaşın sonlarına doğru ise, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya da karşı cephede yer aldıklarını ilân etmişlerdir.
Osmanlı ordusu, harbin başından sonuna beş büyük cephede savaştı.
Bunlar, sırasıyla ve özet halleriyle şöyledir:
1) Kafkas Cephesi
Bu cephede, Osmanlı ile Rusya savaşıyordu. Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler de, savaşın kızışmasıyla birlikte Rusların safına geçti. Ermeni çeteciler, ateş gücü yüksek Rus ordusuna hem kılavuzluk yaptı, hem de sivil Müslüman halktan sayısız mâsumu katletti. Haliyle, Müslümanlar da yer yer misillemede bulundu. Osmanlı ordusunun en büyük kaybı, Sarıkamış’ta Allahuekber Dağlarında yaşandı. 1915’in başlarında yaşanan fevkalâde ağır kış şartları içinde cepheye giden askerlerden on binlercesi soğuk, açlık ve hastalıktan kırılarak şehit düştü. Bediüzzaman Said Nursî de, tahminen 4500 kişilik milis kuvvetlerinin başında Gönüllü Alay Kumandanı olarak, bu cephede harbetti. Askerlerinin ve talebelerinin çoğunu şehit veren Bediüzzaman Hazretleri, son Bitlis savunmasında 3 Mart 1916’da ayağı kırık ve üç mermi darbesiyle yaralı halde Rusların eline esir düştü. Esaret hayatı, 1918’in Haziran’ında son buldu.
2) Çanakkale Cephesi
Bu cephede, Osmanlı’nın karşısında bir “kuvvetler koalisyonu” vardı. Düşman kuvvetlerin başını ise, İngiltere ve Fransa çekiyordu. Ayrıca, İngiliz Ülkeler Topluluğu denilen Büyük Britanya Krallığına bağlı (çoğu sömürge durumundaki) devletlerden de sayıları yüz binleri aşan asker yığılmıştı, bu cepheye. Ne acıdır ki, bunların arasında Hindistan’dan getirtilmiş İslâm dinine mensup pekçok asker de vardı. Çanakkale harbi, biri denizde, biri karada olmak üzere iki etapta ve iki merhalede yaşandı. Şiddetli Boğaz Harbi, 18 Mart’ta Osmanlı’nın zaferiyle neticelendi. Nisan’da Anzak Koyunda başlayıp Gelibolu Yarımadasını kaplayan kara savaşları ise, 1916 senesinin Ocak ayında nihayet buldu. Bu sahadaki hemen her karış toprağa insan kanı dökülmüş, adeta kumlar sayısınca patlayan silâhlar aylarca ölüm kusmuş ve karşılıklı olarak yüz binlerle ifade edilebilecek çok büyük bir can ve mal telefatı yaşanmıştır.
3) Galiçya Cephesi
Bu cephenin adını pekçok kimse duymuş, biliyor; ancak, mahiyeti pek bilinmiyor. Yer olarak, Karpat Dağlarının kuzeyine tekabül ediyor. Bugün itibariyle, bir kısmı Ukrayna’nın batısında, bir diğer kısmı ise Polonya’nın güneyinde kalıyor. Birinci Dünya Harbi esnasında ise, Galiçya, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ile Çarlık Rusyasının hakimiyeti altında el değiştirip duruyordu. Savaş şiddetlendiğinde, Almanya batıdan gelecek Fransız saldırılarına, Avusturya–Macaristan kuvvetleri ise, doğuda kalan Galiçya Cephesinde Rus saldırılarına mukabele edecekti. Ne var ki, Avusturya–Macaristan bu işi başaramadı. İlerleyen Rus kuvvetleri, Karpat Dağlarının kuzey eteğine kadar gelip dayandı. Bunun üzerine, müttefiklerimiz, Osmanlı ordusundan yardım talebinde bulundu. Yardım talebi uygun görüldü ve anlaşma sağlandı… Yorgun da olsa, Çanakkale muharebelerinden zaferle çıkan 30 bin kadar Osmanlı askeri tren katarlarıyla cepheye sevk edildi. 1916 yılı Eylül’ünde bölgeye intikal eden Osmanlı kuvvetleriyle Rus kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. Mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Bu cephenin dağlık bir bölgesinde halen Müslüman (Türk) Şehitliği vardır.
4) Irak Cephesi
Birinci Dünya Harbinin ilk safhasında açılan cephelerden biridir. Buradaki zengin petrol yataklarına gözünü diken İngilizler, 1914’ün Ekim ayında Bahreyn, Kasım ayında da Basra’yı işgal ettiler. Bunun üzerine, yerli kuvvetlerle müşterek hareket eden Osmanlı ordusu, şiddetli bir taarruz harekâtı başlattı. Taarruzda başarısız olmayı kendine yediremeyen cephe komutanı Yüzbaşı Süleyman Bey, bunalıma girerek intihar etti. Haliyle, bu da taraflar arasında büyük bir moral dalgalanmasına sebebiyet verdi. Osmanlı askeri üzülürken, İngilizler sevinçten bayram yaptı. Çarpışmalar yine de bütün şiddetiyle devam etti. Asker ve ateş gücü yüksek olan İngilizler, ayrıca Hindistan’dan sayıları yüz bini aşan silâhlı birlikler getirtti. Büyük bir kuvvetle taarruza geçen İngilizler, 11 Mart 1917’de Bağdat’ı işgal etti. Ardından Musul’a yöneldiler, ancak burayı harb ederek değil, maalesef 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla kısmen de olsa hakimiyetleri altına aldılar.
5) Sîna–Filistin–Suriye Cephesi
Harbin başlamasıyla birlikte (1914–15) Mısır ve Suveyş Kanalını kontolleri altına alan İngiliz kuvvetleri, bir taraftan da Arap şeyhleri ve kabile reislerini de kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Buna mukabil, bu cephede Osmanlı ordularına kumandanlık yapan meşhur İttihatçı Cemal Paşa, Arapları küstürmek için elinden geleni yaptı. Arap ileri gelenlerinden pekçok adamı çeşitli bahanelerle idam ettirdi. Buna rağmen, Arapların çoğu yine de Osmanlı’nın yanında harp ediyordu. Müşterek hareketle iki defa başarısız kalan ve çok büyük kayıplara sebebiyet veren “Kanal Seferleri” (Suveyş Kanalı) yapıldı. Ardından Gazze’ye saldıran İngilizlerle Osmanlı kuvvetleri arasında çok kanlı muharebeler yaşandı. Sina, Gazze ve sair Filistin toprakları zaman zaman el değiştirdi. Bölgede 4., 7. ve 8. Osmanlı ordusu bulunuyordu. Yıllarca süren muharebelerde büyük perişaniyet yaşayan ordu, sonlara doğru sürekli kayıplar vermeye başladı. 1917’de bölgede kurulan ve tavzif edilen Yıldırım Orduları da hiçbir varlık gösteremedi. 24 Ekim 1917’de 130.000 askerle taarruza geçen İngilizler, her defasında mevzi kazanarak, bir senelik süre sonunda bölgenin tamamını işgalleri altına aldı. Filistin, işte tâ o günden bugüne Arapların ve İslâm âleminin kanayan bir yarası halini aldı.
NETİCE
Geniş topraklarının yaklaşık 20’den 19’unu kaybeden Osmanlı Devletinin bütün bu cephelerdeki asker kaybı da, yaklaşık bir buçuk milyondur. Yekûn insan kaybı ise, dört milyon civarındadır.
Asker ve sivilden müteşekkil bu dört milyon rakamına, harp belâsının kaçınılmaz neticelerinden açlık, hastalık, esaret ve muhaceret sebebiyle olan kayıplar da dahildir.
Bazı cephelerde adeta bir küçük kıyâmeti andıran harp boğuşmaları esnasında, kimsenin kimseye sahip çıkamadığı çok elim haller, acı vaziyetler yaşanmış.
Bu hallerin yaşandığı o dehşetli savaşa “çocukları ihtiyarlatan günler” denilmesinin sebebi, işte bu acı, bu kahredici vaziyetlerdir.
Benzer konuda makaleler:
- Risâle-i Nur’da tarih yorumları (2)
- Gazze Meydan Muharebesi
- Dünya tarihinin seyri orada değişti
- Bir Çanakkale vardı
- “Allah’ın kılıcı” olan zalimler
- Enver Paşa ve Sarıkamış Faciası
- Nikolay Nikolayeviç (1856-1929)
- Hutuvat-ı Sitte’nin 100. yılı
- Harb cephesi eğitiminin manidar bir meyvesi: İŞARATÜ’L-İ’CAZ
- Bahtiyar Alman milleti
İlk yorum yapan olun