Cumhur, başkanını ararken

A. Necdet Sezer hakkında bugüne kadar yazdığımı hatırlamıyorum. Memuriyetin dar kalıpları arasında ömrü geçmiş, dar bir dünya görüşüne sahip ve dünyadaki gelişmeleri takip etmeyen bir zat için ne yazabilirdim ki… Malum cumhuriyet kutlamalarındaki hadiseler, A. Necdet Sezer’den ziyade, cumhuru ve başkanını ilgilendirdiğinden bilmecburiye yazıyoruz. Cumhuriyetle idare edilen rejimlerde cumhur, başkanını usulü dairesinde hem tenkit eder, hem tebrik eder. Cumhurdan bir fert olarak, iki-üç hususu zikretmek istedik.

 

Evvelâ, yüzde doksan dokuzu Müslüman sayılan cumhurun rencide olmuş duygularını sayın başkanına üzüntüyle arz etmek istiyoruz. Geçerli hiçbir mazeret olmaksızın, milletin oruçlu olduğu bir günde cumhurun huzurunda bir bardak suyu içmeleri, onun inanç ve değer yargılarıyla istihza anlamına geldi. Bin seneden beri İslâma bayraktarlık yapan bir milletin evlâdına, AKP’lilere ders verme veya laikliği koruma sadedinde yapılan hareket, cumhur ile başkanlarının hakîkî dünyalarını görmemize vesile oldu. Çeşitli vesilelerle laikliğin dinsizlik olmadığını ifadeye çalışan paşalarımızın zıddına, orucun şeair olarak kabul edildiği bir ülkede laikliğin “bir bardak su” ile tarifi hakikaten laikliği de sıkıntıya soktu. İkide bir müstebit idarelerin keyfî hareketlerini çağrıştıran “kamusal alan”ın “dinden arındırılmış alan” olup olmadığı tartışmasını da başlatmış oldu. Kamusal alandan kasıt devlet daireleri ise bugüne kadar buralarda alkollü içkilerin içilip dans edildiğine henüz şahit olmadık. Zira yönetmeliklerce de men edilmiştir. Elhasıl, cumhur bu bayramında Ankara’nın en yüksek tepesinden yara almış, sokaktaki coşkulu kutlamalara da gölge düşmüştür.

Sayın Sezer’in cumhura hakkıyla başkanlık yapamadığından bütün medyamız sızlanıyor. Gerçi sayın Sezer de “lllâ cumhurbaşkanı olacağım” diye tutturan birisi değildi. Onun çizgisini çok iyi bilen Halk Partililer, siviller içinde kendilerine en yakın onu bulup Çankaya’ya çıkarmışlardı. Fahri Korutürk’ü seçip getiren saiklerin birazcık sivili… Her ikisinde de son söz Ecevit’e aitti. Tekin Arıburun’a karşılık Ecevit’in adayı Muhsin Batur’a destek vermiş olan “siyasal İslâm…” Demirel’e karşı da yine Ecevit’in adayı olan Sezer’e destek olarak onu Çankaya’ya çıkartmıştı. Halk Partililer ve sayın Sezer, oturup kalkıp Türkçü ve İslâmcı cenahlardaki “Demirel husûmeti”ne duâ etsinler. Kanaatimizce buradaki takıntı Demirel’den ziyade öğrenilememiş demokrasi ile hazmedilememiş demokratlıktır. Dün Demirel’e karşı mücadele verenlerin bugün sayın Sezer’e hücumlarında haksız olduklarını düşünüyorum. Sayın Sezer taşradaki memuriyetinde de Ramazan’da suyunu içiyor ve cebine Cumhuriyet gazetesini koyuyordu. İslâmcı medyanın, onun Çankaya’ya çıktığı günlerdeki bakış açısının yanlış olduğunu anlayabilmesi için zamana ihtiyaç varmış. Siyasette akıl ve mantığın yerini tarafgirlik, garaz ve kin alınca, insan maksadının tersiyle karşılaşıyor.

Sayın Sezer’in bir şanssızlığı da Demirel’den sonra Çankaya’ya çıkmasıydı. Anasol hükümetlerindeki boşluğu o zamanlar Demirel dolduruyordu. İ. Cem’i de yanına alarak bir ayağı Orta Asya’da, diğer ayağı Balkanlardaydı. Romanya ve Bulgaristan liderleriyle periyodik düzenli toplantılar yapıyordu. Arap âleminin zeki temsilcisi Mısır’ın lideriyle de. Onun o zamanlar ayda kaç bin mil uçtuğunu öğrenirseniz “Türkiye boşluğu” kelimesini daha iyi anlarsınız. Türkî ülkelerin başkanları onun makamında yatıp kalkarken Bosna savaşındaki gizli mücadelesini Aliya İzzetbegoviç’in vefatından sonra öğreniyoruz. Türkiye, başbakanının meflûç ve bakanlarının kayıp olduğu bir dünyadaki boşluğunu Demirel ile doldururken, sayın Sezer’i Demirel’e tercih edenlerin yarısı bugünkü Meclisimizde Sezer’den yaka silken milletvekillerimizdi. Bugün sayın Sezer’e ateş püsküren dindar medyamızla AKP’li vekillerimizin ruh halini anlamakla birlikte, onlara kaderin bu garip cilvesinin sırrını anlamayı tavsiye ediyoruz.

Gerçi Sezer, Demirel döneminden müsbet olarak istifade edebilirdi. Fakat onun ismi krizlerle birlikte hafızalara nakşoldu. Resmî ideolojinin ihtilâl mahsulü müesseselerini cumhura tercih edince, hareket alanı iyice daraldı. AB karşıtlarını temsil eden son görüntüsüyle sayın Sezer Türkiye’ye bir fayda sağlamamıştır. Kuala Lumpur’da İslâm ülkelerinden, diğer tarafta Avrupa’dan kopmuş bir Cumhurbaşkanı, AB devlet ricaliyle de aynı mahfili paylaşamaz. Avrupalı başkanlar, ülkelerindeki azınlıkların bile örf ve inançlarına saygı gösterirken, Cumhurbaşkanımızın laiklik adına”dinî değerlerimize” sırt çevirmesi, AB’den uzaklığımızı göstermiyor mu?

Cumhur, kendi kumaşından bir başkan arıyor. Sevdiğini sevecek, nefret ettiğinden uzak duracak ve kendisiyle birlikte ağlayıp kendisiyle birlikte gülecek bir başkan… Ramazanlarda birlikte sahur yapıp birlikte iftar edeceği ve demokratik cumhuriyeti köydeki çobanına varıncaya kadar beraber kutlayacağı bir başkan arıyor cumhur. Bu arayışında haksız mı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*