Cumhuriyet anayasasından, demokrasi anayasasına…

Geçtiğimiz günlerde, Risale-i Nur Enstitüsü’nün tertiplediği “Demokrat Anayasa Arayışları” panelinin İstanbul’da yapılacağının haberini alınca, Raşit Yücel’e telefon açıp, durumu anlattım ve “Gidiyoruz inşaallah” dedim. Zaten o da öyle hizmetlerle alâkalı faaliyetlere, her zaman hazır kıtadır biiznillah.

Hizmet faaliyetleriyle dolu dolu yaşadığımız o üç günün özetini Raşit kardeşim yazdığından, ben o detaylara girmek istemiyorum. Yalnız buradan, bize o İstanbul’daki faaliyetlerimizde mihmandarlık yapan; Celâleddin Çelebi, Yalçın Çolak, Hasan Yalçın, Ali Özen, Abdullah Eraçıkbaş ve İsmail Tezer gibi gönül dostlarımıza teşekkürlerimizi bildirmeden de geçemeyeceğim.

Evet, bizim İstanbul’a gelişimizin esas maksadını teşkil eden, “Demokrat Anayasa Arayışları” panelimizi takip ederken aklıma gelen bazı fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Doksan senelik Cumhuriyet rejimi boyunca, bu milleti arzu edilen seviyede idare edemeyen devletin, onun lokomotifi olan hükümetlerin, milleti idare etmedeki dayanak noktası, haritası olan anayasaların, bir türlü bir işe yaramadığını, “iki de bir değişen anayasalar”dan anlıyoruz.

Bilmiyorum, dünyada anayasası bu kadar sık değişen başka bir devlet var mı? Niye sık sık değişiyor? Çünkü bu anayasalar, hep milletin rağmına olarak yapıla geliyor. Milletin haberi ve rızası olmadan yapıldığından öyle oluyor. O anayasalar, hep ‘sözde cumhuriyetçiler’ tarafından yapıldığından öyle oluyor. Millete ehemmiyet veren demokrasi taraftarlarınca yapılmadığından öyle oluyor. Ve işin en ehemmiyetli kısmı da, 1924 Anayasası dâhil, yapılan anayasaların hepsinin de askerler tarafından yapılmasıdır. Silâh zoruyla, baskıyla yapılmasıdır. Onun için de, bir türlü huzur ve sükûn sağlanamamaktadır. Hâlbuki ilkokuldan beri bizlere öğretilen, halkın kendi kendisini idare ettiği bir rejim olarak tarif edilen demokrasi içerisinde yapılsaydı, böyle olur muydu?

Bir de şu var: Milletlerin selâmet içinde olması için illâ da anayasaları olması şart değil. İnsanlar demokrat olsa, o memlekette demokrasi işlese, anayasaya da lüzum yok. İngiltere’de olduğu gibi. Adamların anayasasız gayet de iyi idare ediyorlar. Bizde anayasa var da ne oluyor? Kanunlar, nizamlar, ancak namuslu vatandaşlar için yapılırmış ve o kaidelere de ancak o insanlar tâbi olup uyarmış. Başta ihtilâlciler olmak üzere (TBMM’yi kapatmak en büyük suç), o anayasaya ve kanunlara uymayan, takmayan adamlara ne demeli? Uyulmayan, tatbik edilmeyen bir anayasa işe yarar mı? Aynen trafik işaretlerine uymayan aymazların yaptığı gibi…

Bir de tabii, yapılan bu anayasalar, belli bir taraftan, belli bir ideolojiden yana yapılıyor ki, işte işin aslını bozan da budur. Ölülerin mezardan idare ettiği bir millet, bir anayasa olur mu? Yaşayanların keyfi, huzuru, ölüler için bozuluyor, bunca yıldır da, hep patinaj yapılarak birçok şeyi kaybediyoruz.

Anayasa, yani kanun-i esasinin, Bediüzzaman’ın “Cumhuriyet ve kanun-u esasî, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir” sözünde belirttiği gibi; esası, özü, adalettir. Adalet de tabii, yine Üstad Bediüzzaman’ın “Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten aciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır” sözünde olduğu gibi ‘insaniyet-i kübrâ (en büyük insanlık)’ olan ve ‘beşerin fıtrî dini’ olan İslâm’dan beslenmeli, referansını oradan almalıdır.

Bunu şöyle bir misâlle de açıklayalım: Eskiden köylerde her evde çeşme yoktu. Çeşmeler köy meydanında bulunurdu. Meselâ, böyle bir köye çeşme yapılacak olsa, köyün ahalisinden çeşmenin nereye yapılmasının daha münasib olacağını kime sorsak, hani insanın hep menfaatine meyyal olmasından dolayı o şahıs, çeşmenin kendi evine yakın olmasını ister. Ama köye dışarıdan gelip geçen hakperest bir yabancıya sorsak; o hakperest, köyün enini boyunu ölçüp, en orta yerini tesbit ederek çeşmenin oraya yapılmasını söyleyerek gerçek adaletin tesis edilmesine sebep olur. İşte bunun gibi, ‘salt insan aklı’yla yapılacak kanunlar da, hep bir tarafa meyletmesi muhtemel olduğundan, gerçek mânâdaki adalet, insanların arasındaki hak ve hukuku sağlayacak olan adalet ancak Allah’ın adaleti, yani İslâmiyetin esasları doğrultusunda ve rehberliğinde gerçekleşebilir. Zaten Kur’ân’ın emirleri, ayetleri, hep insanın huzuruna saadetine, selâmetine sebeb olur ve orada (gerçek mânâda tatbik edilirse) hiçbir haksızlık da olmaz, yapılmaz.

İşte, yeni bir anayasa yapılmaya çalışıldığı bu günlerde, eğer bunlara dikkat edilip, tam bir demokrasi anayasası olursa ne âlâ. Yoksa baskıcıların, despotların yaptığı kanunlarla yola devam edilmeye çalışılırsa, o zaman o hiçbir şeye yaramaz. Hele de baştaki “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” gibi bir kısım maddeler kaldırılmazsa, insanların hak ve hukukları yerine, dünyada eşi-benzeri görülmeyen, ölmüş bir şahsın korunmasını sağlayan kanunlarla yola devam edilecekse, onun hiçbir mânâsı kalmaz. Yani, o şekildeki maddeler kaldığı sürece, diğer bütün maddeleri güzel yapsanız da onun bir mânâsı kalmaz. O maddeler her şeyi nakzedip, hükümsüz hâle getirir.

“Cumhuriyet anayasasından demokrasi anayasasına“ giden yoldaki mânîalar temizlenir ve millet de her bakımdan “şahane hür ve mesut olur” inşaallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*