Cumhuriyet ve bekçisi

Cumhur kavramı neyi ifade eder? Bu soruyu araştırdığımda, pek de bu kavram üzerinde detaylı çalışılmadığını, ancak genel olarak kabul edilen karşılığın Arapça cem kelimesinin topluluğu ifade eden şekli olduğunu gördüm. Genel hatları ile ‘Bir yerde toplanmış halk’ şeklinde tercüme edilmiş.

Vikipedia’da ise, cumhuriyet kavram ile ilgili şunlar yer alıyor: “Cumhuriyet, hükümet başkanının, kamu tüzel kişiliğini temsil eden bir heyet tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait olduğu oligarşi kavramının zıttıdır. Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça CMHR kökü ‘bir araya toplanma, topluluk oluşturma’, bu kökten türeyen cumhur ise ‘cemiyet, toplum, kamu’ anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa’sında monarşi ile yönetilmeyen Hollanda, İsviçre (ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa) gibi ülkeleri tanımlayan Latince respublica ile Fransızca république sözcüğünün Türkçe çevirisi olarak benimsenmiştir. Latince respublica klasik kullanımda ‘kamusal olan’ anlamındadır. Bir topluluğa onları birleştirmek sûretiyle halk olma özelliğini kazandıran, kamusal nesne anlamına gelir. Bu hal monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildiği ve halk iradesince meşrûlaştırıldığı devlet şekli anlamında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde cumhuriyet fikri ilk defa 1870’li yıllarda Genç Osmanlılar ve Mithat Paşa tarafından (açıkça savunulmaksızın) tartışılmıştır.”

Birbirlerini tamamlayan cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının ortak ve ayrı oldukları noktaları ile ilgili kısa bir çalışmada demokrasi kavramı ile ilgili hemen önümüze şu tanımlar çıktı: “1. Demokrasi: Halkın kendi kendini yönetmesine denir. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçer.

“2. Demokrasinin Temel İlkeleri: Millî egemenlik, hürriyet ve eşitlik, siyasî partiler.”

Bu tanımlarda ortaya çıkan sonuç cumhuriyetin daha genel bir kavram olduğu ve demokrasinin ön planda yönetim biçimi ile ilgili bir kavram olduğu idi. Bu anlamda halkın genel eğilimlerini nazara alan farklı yönetim biçimleri de cumhuriyet tanımı içinde belki ele alınabilir, ancak demokrasinin olmazsa olmaz gereği parlamenter sistemdir sonucu ortaya çıkıyordu.

Bediüzzaman ise, en farklı yaklaşım ile arzî alanda yapılan bu tanımlamalar ve yaklaşımların semâvî boyutunu ortaya koymuş; bu anlamda belki de İslâm dünyasının yitik malı olan ve en güzel hâlini Asr-ı Saadet’te almış olan hürriyet ve cumhuriyet hakikatlerinin en doğru tanımını da yapmıştır.

Bediüzzaman’ın, Münâzarât isimli eserindeki: “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimâlarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nurânînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz” cümleleri, ferdin hâkimiyeti karşısında halkın ve cumhurun genel eğiliminin hâkimiyetinin neden daha sağlıklı ve hakka yakın olduğunun en sağlam ve semavî dayanağıdır. Burada ortaya çıkan ‘efkâr-ı âmme-i millet’, yapılabilecek en güzel cumhuriyet tanımıdır. Üstad, bu fikrin gerisinde hissiyât-ı İslâmiye’nin olduğunu ifade etmektedir. Bu his ise, herkesin kalbindeki Rabbi ile irtibattan kaynaklanan bir şefkat ve İlâhî nurun kişinin kalbine yansımasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda, cumhuriyet, her bir ferdin kalbinde yer alan hamiyet-i İslâmiye duygusunun ahenk ile bir araya gelmesinden hâsıl olan bir sonucu ifade eder.

Bu anlamda diyebiliriz ki, cumhuriyet hakikatinin temeli, milletin kalplerinin sâfiyeti içinde İlâhî iradenin aranmasıdır. Bu anlamda, reyin şahsîliği ve milletin ortak kanaatinin hiçbir etki altında kalmadan ortaya çıkması, cumhuriyetin esasını teşkil eden en önemli ve en kudsî dayanaktır.

Dolayısıyla, cumhuriyetin bekçisi, cumhurun kendisi olmalıdır. Çünkü bu iradenin kaynağı semâvîdir ve bu anlamda arayış semâvî olana en yakın olanıdır. Ne bir parti, ne önemli bir şahsiyet ya da devlet büyüğü, ne de bir kurum cumhuriyetin bekçisi olamaz ve kendisine bu rolü yüklememelidir. Cumhuriyetin bekçisi, bizzat cumhurun yani halkın kendisi olmalıdır. Bir parti ya da onun önde gelenleri, cumhuriyetin ve halkın temsilcisi olmaya kalkışmamalıdır. Bu, kudsî iradenin belirli bir zümrenin himayesine sokulmaya çalışılması ve kudsî mânâsından uzaklaşması anlamına gelir. Bu sebeple; ordu, cumhuriyetin değil, cumhurun bekçisi olmalıdır. Çünkü cumhuriyete asıl anlamını veren cumhurdur. Ordu bu büyük hakikatin efendisi değil hizmetçisidir. Bu büyük iradenin oyları ile belirlenmiş meşrû temsilcisine ve cumhurun başkanına itaat etmediğinde millete ihanet etmiş olur. Millet iradesi ise, arzî alanda İlâhî iradenin en net temsilcisi olduğundan, muhtemeldir ki, böyle bir itaatsizliğin ve ihanetin tokadı semâvî olacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*