Cüneyd-i Bağdadî (?-909)

Peygamber Efendimizi tanımanın muhtelif yolları mevcuttur. Bu yollardan bir tanesi de O’nun yolundan giden alim ve din adamları hakkında bilgi sahibi olmaktır. O saadet güneşi ki, bütün asırları aydınlatması hasebiyle Ondan sonra gelenler, kendisinden aldıkları feyizle bizler için üzerinde durmaya değer birer kaynak vazifesi görmektedirler.

Muhtelif asırlarda gelen “… Ebû Hânife, Şâfiî, Ebû Yezid, Cüneyd-i Bağdadî, Abdülkadir-i Geylânî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Ebû Hasen-i Şâzelî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbânî (radiyallâhü anhüm ecmaîn) gibi binlerce nurânî ziyâdar yıldızlar ayrılıp âlem-i beşeri” (Mesnevi-i Nuriye s. 28) nurlandırmışlardır. Bu yıldızlar, peşlerine takılanların hidayetine vesile olmak için gayret sarfetmişlerdir. Bunlardan birisi de Cüneyd-i Bağdadi’dir.

Cüneyd-i Bağdadî, Nihavend asıllı bir ailenin çocuğu olup, Bağdat’ta doğmuştur. Doğum doğum tarihi bilinmeyen Cüneyt, doğduğu beldede yaşamıştır. Künyesi, Ebü’l-Kasım Cüneyd bin Muhammed el-Hazzaz el-Kavariri şeklindedir. Künyesinde geçen “Hazzaz” lakabı, kendisinin ipek ticaretiyle uğraşmasından, Kavarir lakabı da ailesinin cam ticaretiyle iştigal etmelerinden dolayı verilmiştir.

Eğitime küçük yaşlarda başladı. Bölgenin ünlü alimlerinden fıkıh ve hadis olmak üzere muhtelif dersler aldı. Bu meyanda, İmam-ı Şafii’nin talebelerinden olan Ebu Sevr el-Kelbi’den fıkıh, tefsir, hadis, kelam derslerini aldı. İlim ve tasavvuf ehlinden ileri gelenlerin sohbetlerine katılan, çevresindeki tasavvuf ehlinin etkisinde kalarak tasavvufa meyleden Cüneyd’e, ünlü alimlerden hocası ve aynı zamanda dayısı olan Seri es-Sakati önce şer’i ilimleri öğrenmesini daha sonra sufiliğe yönelmesini tavsiye etti. Hocalarından Ebu Sevr’in derslerinde büyük başarı ve maharet kesbeden Cüneyd, daha yirmi yaşında iken fıkıh ilminde fetva verecek seviyeye yükseldi. Şer’i ilimlere gösterdiği alaka ve sağladığı başarı kısa zamanda çevresindekilerin dikkatini çekti. Mütevazi kişiliğinden dolayı “hal ile ilmi Cüneyd kadar mükemmel bir şekilde kendisinde birleştiren başka bir sufinin görülmediği” yorumları yapılmıştır.

Hocasından, halkı irşad etme iznini aldığı halde bu görev için kendisini yeterli görmediğinden tereddüt etti. Ancak, rüyasında Peygamber Efendimizi (asm) gördükten sonra irşad faaliyetine başladı. Hacca ilk gittiği sıralarda, Harem-i Şerifte toplanan din ulemasının sohbetlerine katıldı. Bu toplantıların birinde şükür konusu müzakere edilirken, kendisinin de fikri sorulunca; şükrü, “Cenabı Hakkın ihsan ettiği nimetlerle Allaha isyan etmemek ve verilen nimetleri haram yolda asla kullanmamak” şeklinde tanımladı. İrşad mevzusundaki fevkalade istidadından dolayı, zamanın mutasavvufları tarafından seyyidü’l-taife olarak tanındı. Cüneyd kelam konusunda ve özellikle de Cenabı Hakkın sıfatları hakkında çok hassastır. Kelamcılarla girdiği münazaralar mübalağalı bir şekilde aktarılır. Bunun yanında Allah’ı, eksik sıfatlardan tenzih ettiklerini beyan edenlere karşı; “Kendisinde eksiklik bulunmayan Yüce Allah’ı eksiklikten ve kusurdan tenzih etmek aslında kusurdur” (Süleyman Ateş; “Cüneyd-i Bağdadi”, TDV. İA. VIII. C. s. 119) cevabıyla mukabelede bulunurdu.

Son nefesine kadar dini vecibelerini yerine getirmede hassas davrandı. Hastalığının en şiddetli anlarında bile namazı aksatmadan ve oturarak kılardı. Namazın, hastalık halinde, oturarak kılınmasına cevaz verilmesini bir nimet olarak ifade ederdi. Dinlenmesini tavsiye edenlere, namaza durarak istirahat ettiğini söylerdi. Çünkü, namaz sayesinde insanın manevi latifeleri gıdalanır, kalb ve ruh huzura kavuşur.

Cüneyd, zikir ile meşgul olduğu bir esnada ebedi aleme göçtü (909-H.297). Cenaze namazı büyük bir kalabalığın iştirakıyla ifa edildi. Bağdat’ın Şünuziye Mezarlığına, dayısı ve hocası Seri’nin yanına defnedildi.

Tevhid konusuna değinirken ruhun varacağı lezzetleri, mertebeleri tarif eder. Allah’ın birliğinin şuuruna varan mü’minin gözü Ondan başkasını görmez. Emirlerini yerine getirirken hiçbir şeyden korkmaz. Hakkın hatırını hiçbir şeye feda etmez. Acziyetini ve güçsüzlüğünü görerek sonsuz kudret sahibi olan Allaha sığınır. Her şeyi sevk ve idare eden Cenabı Hakkın kuvvet ve kudretidir. Onun izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz.

Bazı tasavvuf ehlinin, amel ve mükellefiyetlerden kurtulabileceği bir mertebeye ulaşabilecekleri iddiasında bulunanlara şiddetle karşı çıkar. Mükellefiyetlerden asla kurtulunamayacağını, bu konuda sadece ve sadece sünnet-i seniyyenin örnek alınabileceğini, Peygamber Efendimizin (sav) son nefesine kadar ibadetle meşgul olduğunu hatırlatır. Böyle bir iddiayı ortaya atmanın hırsızlık ve zina suçlarını işlemekten daha büyük bir günah olduğunu belirtir. Kitap ve sünnet yegane yol olup, tasavvuf ilmi de Kur’an ve hadisle sınırlıdır, şeklinde ikazda bulunur.

Mübalağalı sözlerden titizlikle kaçındı. İlk dönem mutasavvufları arasında sayılan Cüneyd-i Bağdadi, bu camia için önemli tavsiyelerde bulundu. İlim yoluyla ruhi zevk ve heyecana gidilmelidir. Tasavvuftaki zevke ilim hakim olmalıdır. Tasavvuf ilme tabi kılınmalı, ilim tasavvufa tabi olmamalıdır. İlimsiz yürümeye kalkışılmamalıdır. Bu ihtarlar büyük öneme haiz olup, kifayetsiz ve cahil insanların herşeyden önce tarikat ehline zarar verdikleri, olmayacak iddia ve gösterişlerde bulunarak insanların uzaklaşmalarına ve hatta aleyhlerine geçmelerine sebep oldukları tecrübe edilmiştir.

Risale-i Nur’da izahı bulunan ve desise- i şeytaniye olarak da vasıflandırılan, vesveselerle ilgili olarak kalbe gelen desiseleri tasnif eder. Kalbe gelenlerden bir tanesi Allah’tan gelip insanı uyarmaya yöneliktir. Bir tanesi iyiliğe yönelten melek tarafından gelir. Bir tanesi nefisten gelip sahibini kötü şeylere sevk eder. Sonuncusu da şeytandan gelip ümitsizlik ve öfke belasına götürür. Bunlara karşı tedbirli olup nefis ve şeytanın oyununa gelmemek için, kalbe gelen her şeyin Rahmani olmayabileceğini bilerek vesvese denizinde boğulmamak gerekir. vesveseler aynı zamanda uyarıcı olup insanın kendisine gelmesine vesile olduğu gibi, ehemmiyet verdikçe büyümeye, üzerinde durmayınca da yokolmaya meyillidir.

Cüneyd-i Bağdadi’nin bazı mektupları günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mektupların İngilizce baskısı olduğu gibi, daha sonra bazı ilavelerle Türkçe olarak da basılmıştır. Süleyman Ateş; Cüneyd-i Bağdadi, Hayatı Eserleri ve Mektupları adıyla neşretmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*