Dağdaki Çobanın Oyu ve Ekolojik Denge

Genç yaşında şöhreti yakalamış bir sanatçımız, yakın bir tarihte, “Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?” diye öyle bir söz sarf etti ki, bir anda gündemin baş köşesine oturdu. Kim bilir belki bu söz de şöhretin bir parçası idi. Ancak bu söz büyük bir tepkiye neden oldu. Bilhassa siyaset erbabı, ta başbakan düzeyine dek bu sözü tenkit ettiler, meseleyi çok ciddiye aldıklarını gösterdiler. Sözün sahibi sanatçı ise “ağzıma tüküreyim, nasıl böyle laf ettim” gibi sözlerle her ne kadar pişmanlığını dile getirse de, söz bir kez ağızdan çıkmıştı.

Biz bu noktada yine o bildik tenkitleri tekrarlamak yerine meselenin bir başka cihetine dikkat çekmek istiyoruz. Meselenin ekolojik dengesi üzerinde durmak istiyoruz. Zira bu söz bir uzantı. Yıllardır süregelen, “Bir Profesörün oyu ile bir köylünün oyu bir midir?” zihniyetinin uzantısı.

Şimdi bu meselenin ekoloji ile ne alakası var diyeceksiniz? Evet var. Öncelikle Ekoloji bilimi üzerinde kısaca duralım isterseniz.

Ekoloji yirminci yüzyılda ortaya çıkmış en önemli bilim dallarından birisidir. Bu bilime çevre ve denge bilimi de diyebiliriz. Bu bilim dalı yaşadığımız çevre ve bu çevre içinde yaşayan canlıların ve bu canlılarla bağlantılı diğer çevre elemanlarını bir arada inceleyen bir bilim dalıdır. Ekoloji konusunda bu gün binlerce bilim adamı insan ve yaşadığı çevreyi incelemekte. Bu bilim adamlarının ulaştığı en önemli netice ise yaşadığımız çevre içinde “her bir canlının mühim bir vazifesi” olduğudur. Yani insan ve çevresinde yaşayan her bir canlı organizma hayatın devamına hizmet ediyor. Hem de hayati bir hizmet yapıyor. Sadece bakteriler bile vazifelerini terk etseler ekolojik denge bozulacak ve hayat bitecek. Bu nedenle çevre problemleri günümüzde en önemli bir mesele haline gelmiştir.

Aynı ekolojik dengenin ve faaliyetin bir benzeri de insanlar arasında var. İnsanların sosyal hayatları öyle bir şekilde dengelenmiştir ki, bir sosyal grup vazifesini tümden bıraksa toplumda ciddi sıkıntılar meydana gelir. Belki hayat yaşanmaz bir hale gelir.

Bu mühim sosyal gruplardan birisi dağdaki çoban grubu, diğeri ise köylerdeki çiftçi grubudur. Eğer dağdaki çoban koyun, keçi, inek, öküz gibi hayvanları üretmez ve toplumun hizmetine sunmaz ise gıda açısından ciddi beslenme bozuklukları meydana gelir. Soframızdaki et, süt, yumurta gibi temel gıdalardaki eksiklikler fizyolojimizi bozar.

Kişi kim olursa olsun, hayatını devam ettirebilmek için bu gıdalara ihtiyacı vardır. İster bir profesör, ister bir sanatçı, ister bir yönetici veya ister başka biri… Siz, kim olursanız olun dağdaki çobanın besleyip büyüttüğü hayvanların gıdaları yemek zorundasınız. O nasırlı ellere muhtaçsınız.

Aynı şekilde çiftçiler grubu da böyledir. Bir çiftçinin ürettiği buğdaya, prince , fasulyeye , domatese, biber ve patlıcana ve diğer sebze ve meyvelere ihtiyacımız var. Bir profesör çobanın ürettiği eti yemez, çiftçinin ürettiği sütü içmez ise nasıl bilim üretecek? Bir sanatçı çoban diye küçümser, çiftçi diye horlar ve onların üretimlerini yemekten vazgeçerse nasıl sanatını icra edecek?

İşte toplum, tüm insanların gayret ve çalışmaları ile ayakta kalır. Bir çoban da, bir çiftçi de, bir işçi de en az bir profesör kadar, bir sanatçı kadar değerlidir. Toplumun genel hayatına bir katkı yapar. Ekolojik hayatın sosyal dengelerine yardım eder. Bu nedenle toplum içinde yaşayan her bir insan değerlidir, biri birinden ayrılamaz.

Meselenin siyaset cihetine gelirsek.

Demokrasi ile idare edilen toplumlarda siyaset ve yönetim toplumda yaşaşan ferler ile siyaset kurumu arasında bir mutabakat ve anlaşma mahiyeti taşır. Yani toplumu meydana getiren fertler bir siyasi kuruma yetki verir ve onu seçimle iş başına getirir. Beğenmediği zaman da onu oradan indirir.

Siyasetin en önemli görevi ise eğitim, güvenlik, adalet ve gelir dağılımı dengesini düzenlemektir. Bu faaliyetler de tüm fertleri ilgilendirir. Bu nedenle siyaset için kullanılan oylar arasında da bir eşitlik vardır. İnsanlar siyaset yolu ile ne bir profesör, ne bir sanatçı ne de başka bir şöhret kabiliyeti seçimi yapmaktadırlar. Seçimin temel maksadı toplum adına hizmet edecek hizmetkar insanların seçilmesidir. Seçilenler ağa,bey, kral ve padişah değil, topluma hizmet edecek hizmet erlerdir. İşte bu nedenle hizmetçi seçimi yapılırken bir çobanın oyu ile, bir profesörün oyu eşittir.

Bu meseleye bir de ifade ettiğimiz açıdan bakılır ise ne bir gurur, ne de bir küçümseme meydana gelir.

Bakın Bediüzzaman Hazretleri meseleye nasıl dikkat çekiyor:

“Yani: Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil; çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur; hayat-ı içtimaiye ile, hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Mesela, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alakadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşamadığından, ebna-i cinsiyle fıtraten alakadar olmasından ve onlara manevî bir fiat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*