Dağlardan derin derelere

Dağlarda doğan düşünce dağları, tozdan tepeleri tarumar eyledi. Yuşa dağından Erek dağına, Erek dağından Barla dağına bağlanan örgüsel hikmet yumağı; köksüz fikirleri, mesnetsiz düşünceleri, burhansız delilleri hallaç pamuğu gibi savurdu attı.

Nur Dağı, Hira Mağarasında inen ilk vahiy, bütün dağları, mağaraları kuşattı. Hira penceresinden Erek’i, Yuşa’yı, Barla’yı seyretmek; Barla’dan Hira’ya bakmak; mebde ile müntehayı, çekirdek ile meyveyi buluşturmak, zâhirle batını kavuşturmak.

 

Düşünce menfezlerinden, hikmet hücrelerinden, fikir bahçelerinden, zaman üstü, zamana nâzır yollar ve köprüler kurmakla yaşanılan zamanın anlamı daha iyi anlaşılacağı gibi gelinen noktanın kökleri de kavranılmış olunur.
Said Nursî’nin dağlarda geçirdiği değişim, düşüncelerindeki açılım, fikirlerindeki inbisat; çekirdekten meyveye giden ağaç misâli bir dönüşüm. Beslendiği kaynaksa Nur Dağ’ı, Hira Mağarası.
Burdur’a ilk gelişinde yazdığı “Nur’un İlk Kapısı” ile sonraki yıllarda yazdığı “Küçük Sözler”, 1. Dünya Savaşında ateş hattında yazdığı “İşârâtü’l-İ’câz” ile son yazılan Risâle “Elhüccetüzzehrâ” karşılaştırmalı okunduğunda, “Evvel” ve “Âhir” buluşması görülecektir.
Eski Said Yeni Said değişimi, bir nevî düşünce hicreti değil midir? Mekkî tavır ile Medenî tavır bir midir? Kolay mı olmuştur hicret, kolay mıdır hicretler?
Sözlerindeki tesir, etkileyici kişilik, seveni ve düşmanı çok olması; kimi hatırlatmakta, kimin yolunda yürüdüğünü göstermekte? O, Hira adımlarla Yuşa’ya çıkmış, Erek’e adım atmış, Barla’da yürümüş.
Ağrı Dağının patlaması, taşlarının bütün dünyaya dağılması ve “Ana korkma” demesi neyi sembolize etmektedir? Belgelerle birlikte, semboller ve rüyalar anlaşılmadıkça Bediüzzaman ve beslendiği kaynak, varmak istediği yön ve yer anlaşılmayacak.
Yüzyılın en etkin ve etkili şahsiyetinin hâlâ ismi ve resmi yok. Çakıl taşlarıyla uğraşanlar koca dağı görmüyor, göremiyor.    
Dağlar, dünya gemisini ayakta tutan hazineli direkler. Her yüzyılda bir gelen müceddidler de dünyayı mânen ayakta tutan dağ misâl zatlar.
Mevlânâ zamanın bir dağı, Gazali öyle, Abdülkadir Geylânî keza aynı şekilde. Zamanın rüzgârıyla hâlâ onların kokusu gelmekte. Risâle- i Nur’sa yaşayan bir dağ; o dağa çıkan hazine kıymetinde Kur’ânî hikmet öğreniyor; fikrî sarsıntılardan, dehşetli uçurumlardan, savletli düşmanlardan korunuyor.
Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Afyon çizgisinde yazılan Nurlar; Avrupa’dan gelen inkârcı pozitivist tsunamiye karşı duran bir dağ değil mi? Zihinlerimizde, kalplerimizde dipdiri, dimdik duran bir dağ. Böylesi bir dağı gönderen Rahman, Rahim ve Hâkim’e isminin tecellileri adedince hamd olsun.
Bursa’da verdiği seminerle düşünce taşlarımızı yeniden hareketlendiren, dağa yolculuğa şevk ve iştiyak uyandıran Nihat Derindere’ye binler teşekkür, kucak dolusu bahar çiçekleri…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*