Değişen, değişmeyenlerin varlığından rahatsız

Siyasî taassup ve tarafgirlik meyli-hissi çok fena illet. Virüs gibi yapıştığı kişin aklını söndürür, dengesini bozar, vicdanını kurutmaya başlar.

Bu duruma düşmüş birisiyle konuşmazsınız, ona lâf anlatamazsınız. Daha açık bir ifadeyle, maalesef kendileri sözden-lâftan anlamaz olurlar. Her konuşmayı tartışmaya çevirirler. Her tartışmayı kavgaya dönüştürürler.

Bunların bir kısmı, vaktiyle hakkı ararken, boynuna batıl parazitler düşmüş. Onu hak zannederek, siyasetin dalâlet vadisinde düşe-kalka giderler.

Bir kısmı ise, sonradan yanılıp yamulmuş. Bazen yengeç misâli, bazen de şaşkın ördek gibi siyasetin bulanık suları içinde dolanıp dururlar.

Evet, hakikatten yanıldıkları halde, yanılmış olabileceklerini hiç, ama hiç kabul etmiyorlar. Gizli enaniyet ve kibir-gurur hali, hatasını görmeyi engelliyor. Önüne kalın perdeler çekilmiş gibi. Taassup ve tarafgirlik, gözlerini âdeta kör etmiş durumda.

İşte, bu derece yanılıp yamulmuş olanlar, hakikatte değişmemiş olan, yani sadâkatini bozmayıp istikametini değiştirmemiş olan eski dost ve kardeşlerinin varlığından bile fenâ halde rahatsız oluyor. Hele, serde asabiyet de varsa, sohbet ortamının zehirli gazlarla doldurulması artık ân meselesi….

Böylesine tehlikeli vaziyetlerin ihtimal dahilinde olduğu yerlerde son derece dikkat ve ihtiyat ile hareket etmeli. Aksi halde, telafisi zor gelişmelerin yaşanmasına sebebiyet verilmiş olur.

Değişen insanların hallerine dair bir tesbitimi daha sizinle paylaşmak istiyorum.

Siyasî taassup ve tarafgirliğin had safhaya çıkarak hükmettiği kimselere geniş izahatlar yapmak fayda vermediği için, mecburiyet durumunda susturucu, ilzam edici bir metodla gitmek, hasarı asgariye indirmek noktasında işe yarayabilir.

Risâle-i Nur’da, şu durdurucu, susturucu, ilzâm edici metodun çokça misâline rastlamak mümkün.

Emsâlsiz bir deprem felâketinin yaşandığı şu günlerde, siyaset konuşmak pek hoş olmadığı gibi, hele kavga sûretinde bunu tartışmak hiç doğru değil. Ama, gelin görün ki, bir siyasî zihniyet uğruna militanlaşmış olanları durdurmak pek mümkün görünmüyor.

Zira, taraftarı olduğu siyasî yapıyı artık normal bir siyasî hareket olarak görmüyor; onu düpedüz bir “dinî hareket” olarak görüp öyle de tevil ve tasvir ediyor. Geniş, tafsilli ve mülayim izahat metodu pek kâr etmediği için, bilmecuriye diğer yöntemle mukabele etmek lâzım gelir.

Birkaç yerde karşılaştığımız söz konusu “değişen”, ama değişmeyenlerin varlığından rahatsız olan o dostlara her cümlesini teyit ve tasdik ettirmek suretiyle şöyle bir hatırlatmada bulunduk:

Bak arkadaşım, kardeşim, dostum… 17 Ağustos 1999 depremini bugün gibi hatırlıyoruz, değil mi? Siyaseten habis 28 Şubat zihniyetinin kaskatı şekilde hükmettiği bir dönemdi, öyle değil mi? Siyasî cinayetlere ilâveten, gaflet neticesi sair günahların da baş gösterip ayyuka çıkmasıyla mânet tetiklenmiş olduğuna inandığımız o depreme hep birlikte “İlâhî ikaz” demedik mi? Yeni Asya’nın umum ehl-i imana mal etmeye vesile olduğu o “İlâhî ikaz” mesajını fiilen de her tarafa neşretmedik mi? Gazete ve camia olarak bunun bedelini en ağır şekilde ödemedik mi? Daima rahmetle andığımız Mehmet Kutlular Ağabey de bu uğurda hapse girip en ağır bedeli bizzat ödemedi mi? Elhak doğru, doğru, doğru…

Peki, o zamanki depremin manevî mesajı “İlâhî ikaz” oluyorsa, şimdiki daha dehşetli olan bir felâket neden “İlâhî ikaz” olmuyor? Niçin bunun da aynı manada bir “İlâhî ikaz” olduğunu görmüyor, düşünmüyor ve söylemiyorsunuz? Nedir, nedendir bundaki üç maymunu oynama haliniz? Öyle ki, 28 Şubat zulmünün en büyük ortaklarından biri olan ırkçı, fâsit, faşist bir zihniyetin (bunun bir de jakoben Kemalist olanı var), şimdiki yönetimin de en önemli bir parçası, payandası ve hatta en büyük destekçisi olduğunu da görmeyecek, görseniz bile ona karşı adeta kör, sağır, dilsiz davranacak bir garip-acip-ucûbeye dönmüş haldesiniz ki, bu vahim hali tasvir edecek kelime dahi bulamıyoruz.

Şayet, şu mühim ve çarpıcı noktayı dahi göremeyecek, yahut görmek için durup düşünmeyecekseniz, daha fazla konuşmaya hiç hacet kalmaz. Çünkü, faydası olmaz, faydadan çok zararı olur, vesselam.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*