Demokrasi derdimiz

Bir de “demokrasi dersimiz” dersek,  hem çok uyumlu ve güzel çağrışımlı iki kelimeyi yan yana getirmiş oluruz, hem de bu derse ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu hatırlamış oluruz.

Aslında bizim derdimiz de, dersimiz de, dâvamız da bellidir.

Her alanda âleme ders veren Büyük Üstâd’ın derdi ve dâvası ne idiyse, bizim de odur.

Onun verdiği dersler de, hâla bütün tazeliğiyle yürürlükte ve o derslere olan ihtiyaç gün geçtikte genişleyerek artmaktadır.

Onun; hürriyet, meşrûtiyet, cumhuriyet ve demokrasi alanında verdiği derslere, Avrupa’nın da, Amerika’nın da azamî derecede ihtiyacı vardır. Zira hürriyet ve demokrasiye kavuşmak kadar, onu sağlıklı yürütmek, istikametli sürdürmek ve suistimal etmemek de önemlidir.

Zira adam “hürriyet” diyerek, “demokrasi” diyerek, hatta bazen “din” diyerek meydana çıkar, kuvvetler ayrılığındaki hiyerarşiye hâkim olduktan ve medyayı da ele geçirdikten sonra, en büyük müstebid (zorba) kesilebilir.  Tarih, bunun örnekleriyle doludur.

***

İşte bu meyanda Bediüzzaman’dan bazı tesbitler:

“Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı istibdada (zorbalığa) müsait zannettiklerinden nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların bu zanlarını tekzip etmek için meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım.”(Divan-ı Harb-i Örfî)

Avrupa’nın ve topyekûn Batı’nın istikbâlini ilgilendiren ve Cumhuriyet dönemi başlarında “batılılaşma” adına Türkiye’de uygulamaya konulan müthiş bir tesbit:

“Serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine (kokuşmuş hevesler) bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zabt altına alınamaz. (Şuâlar, 512, 1994)

***

Evet, bizim asıl derdimiz, dersimiz ve dâvamız; iman ve Kur’an hakikatleriyle imanımızı ve ahiretimizi kurtarmak ve bu sayede dünyamızı da mamur hale getirmek, insanca yaşamayı insanlık âlemine göstermektir.

Lakin bizim bu dâvamız da, demokratik ortam ve zeminlerde müsbet bir metodla sürdürülebilir..

Böyle bir ortamın oluşmasına çalışmak ve zemin hazırlamak o kadar önemlidir ki; Üstâd’ın, talebelerine verdiği son dersinde de, ağırlıklı olarak bu nasihatleri görüyoruz:

“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.”

“Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir.”

“Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dahildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî  tahribata karşı manevî ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır.”

“Şimdi milyonlar hakiki talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz.”

***

Şimdi asıl sorular da burada!

Acaba Bediüzzaman’a ihsan edilen bu milyonlarca talebeler, hâla bu müsbet yolu tam takip edebiliyorlar mı?

Onun; “Kur’ân-ı Hakîmin tilmizlerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır” dediği, Hücumat-ı Sittedeki altı tane desiseden onların sakınma halleri acaba ne haldedir?

Acaba onlar, nur ve hakikat dâvası sayesinde halk içinde kazandıkları itibar ve emniyetlerini başka alanlara kaydırıp zayi etmekten ne derece sakınıyorlar?

Acaba onlar, hak ve hakikat yolunda kazandıkları bu itibar ve emniyetle aynı müsbet istikamette hizmete devam ediyorlar mı, yoksa bilerek veya belmeyerek, bu itibar ve emniyetlerini başka dünyevî ve siyasî maksatlar uğruna harcama yoluna da gidiyorlar mı?

Ve onlar, böyle sorulara muhatap olmaktan kaçınmayacak kadar “demokrat” mıdırlar?

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Muhterem Mikail Yaprak,
    Zira adam “hürriyet” diyerek, “demokrasi” diyerek, hatta bazen “din” diyerek meydana çıkar, kuvvetler ayrılığındaki hiyerarşiye hâkim olduktan ve medyayı da ele geçirdikten sonra, en büyük müstebid (zorba) kesilebilir. Tarih, bunun örnekleriyle doludur.
    DİYORSUNUZ. AYNEN KATILIYORUM. Hatta günümüzde de örneği vardır. Mesela, DİN diye diye ortaya çıkıp MÜSTEBİD olma yönünde hızla ilerleyen, adeta TEK ADAM olmaya heveslenen biri de şu anda Türkiyenin başında.Allah onu bu hevesten kurtarsın ki, ülke de kurtulsun. AMİN

  2. Şualar’dan aldığınız paragraf, Süfyanizmin icraatı olarak Türkiye’de sergilendi. Batı’da ise Deccalizmin icraatı olarak hâla bastırılıyor. Bununla mücadele için İsevî-Müslüman ittifakı elzemdir. Vesselam..

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*