Demokrasi İslâmla bağdaşır mı?

Image

Avrupa ve Amerika’da ikiz kulelerin yıkılışından sonra çoklukla sorulmaya başlanmıştı. Müslümanlara ve Hıristiyanlara gizlice savaş ilân etmiş global dinsizlerin seslendirdiği bu soruyu, Mısır olaylarından sonra hem içerde, hem dışarda sıklıkla duymaya başladık. Soru sahiplerinin niyetlerini sorgulamak olmaz.

İster İslâma ve semavî dinlere karşıtlıklarından, ister bunca medya imkânına rağmen fetret karanlığında kaldıklarından veya ister dünya barışını Müslüman-Hıristiyan ittifakında görüp de bilgi eksikliğinden tahayyüre düştüklerinden sorsunlar… Cevabın değişmeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Evvelâ AB veya ABD’de oturup, demokrasiyi Avrupa’nın öz malı zannederek Müslümanlara tepeden bakan akl-ı evvellere şu hususu hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyoruz. Osmanlı coğrafyasındaki demokrasiye geçiş teşebbüsünün üzerinden tam 135 sene geçmiş. Avrupa’nın “dinsiz felsefeden” devşirdiği emperyalist müdahalelerden dolayı Müslümanlar, insaniyetin öngördüğü demokrasiye bir türlü geçememişler. Sultan Abdülhamid’i meşrûtiyetten mahrum edenler barış karşıtı Avrupalılar olduğu gibi, II. Meşrûtiyetin ilânından sonra tezgâhladıkları 31 Mart ihtilâliyle onu Selânik’e gönderenler de, aynı düşüncenin insanlarıydı. Avrupa’da krallıkla idare olunan milletlerin kral ve kraliçeleriyle demokrasiye geçişlerine müsaade edenlerin Osmanlı hanedanına besledikleri kin ve intikam tarihçilerin ilgiyle araştırması gereken bir nokta.

MÜSLÜMANLARIN DEMOKRASİ MÜDAFAASI:

Batılı anlamdaki demokrasiden bahsediyoruz. “İnsanî hürriyetler” mânâsına gelecek “şûrâ”nın ilk peygamberden bu yana seslendirildiğine inanıyoruz. Kendilerini asrî, modern, çağdaş ve bilimci kabul edip Müslümanları irtica ile suçlayanların tarihi, demokrasi tarihimiz kadar eskidir. Said Nursî’nin Eskişehir Mahkemesinde “cumhuriyet”le alâkalı söyledikleri, demokrasi tarihimizin temelini teşkil eder, kanaatindeyiz. Mahkemede kendisinin cumhuriyet karşıtı ve mürteci olarak suçlanmasına karşı, o cumhuriyeti “Dört Halife” dönemine bağlar. Peygamberimizden (asm) sonra iş başına gelen devlet reislerinin seçimle geldiklerini, o dönemde devlet işleyişinin hayal edilmeyecek kadar şeffaf olduğunu örnekleriyle heyete arz eder.
Tarihimizi insafla inceleyenler, Osmanlı- Rus savaşının kimlerce çıkartıldığını, Meb’usan Meclisindeki Rum, Ermeni ve Yahudi asıllı vekillerin devlete karşı kimlerce kışkırtıldığını mutlaka göreceklerdir. Padişahı Meclisi kapatmaya zorlayan şartların tetikçilerini tesbit edebilenler, 31 Mart’tan sonra mazlûm halifenin elini kolunu bağlayanların da, Alatini Köşküne hapsedenlerin de kimler olduğunu mutlaka öğrenmişlerdir.
Avrupa demokrasisi mânâsındaki demokrasi tarihimizi merak edenlerin meraklarını giderecek düzeyde—Kemalistlerin Hülâguca tahribine rağmen—bilgi, belge ve vesikaya ulaşabileceklerine inanıyoruz. Meselâ Batılı mânâya çok yakın demokratik temsil usûlleriyle oluşan Birinci Meclisimiz, en acılı ve kötü şartlarda bile milletçe demokrasiyi kurabileceğimizi gösterir. İngilizlerin gizli müdahalesiyle devredışı kalan Birinci Meclisten ta 1946 yılına gelen diktatörlük dönemlerinden Müslümanları sorumlu tutmak hem insafsızlıktır ve hem de cehalettir. Bu süreçte meydana gelen Ali Şükrü Bey cinayeti, Halit Paşanın Mecliste vurulması, İzmir suikastı tezgâhı ve Serbest Fırka’nın yasaklanması gibi hususları incelemeden Müslümanları demokraside başarısız görmek, İslâma önyargılı bir bakışı ihsas ediyor.
Söz konusu demokrasi tarihimizde, II. Dünya Savaşı şartlarının tetiklediği hadiseler de önemlidir. Kuzey Avrupa’dan doğan dinsizliğin siyasallaşarak globalleşmesine karşı Amerika’nın Müslüman halklara yaptığı demokratik yardımın yansımasına dikkat edenler, Müslüman halkların en az Hıristiyan Avrupa halkları kadar demokrasiye yatkın olduğunu göreceklerdir.
Siyasal İslâmın dışında kalan Müslüman aydınlarımız, II. Dünya Harbinden sonraki Amerika’nın “demokrasi yardımını” kesinlikle unutmazlar. Millî Şefi, Demokrat ve Millet Partilerine izin vermeye mecbur eden sebep, o günün dış baskısıdır. ABD’nin o günkü yardımına benzer bir yardımı bugün AB yapabilseydi, Müslümanların demokrasiye ne kadar lâyık olduğunu görecekti. Maalesef içerde siyasal İslâm çekirdekli AKP, dışarda ise neocon ve neoliberal koalisyonları bu güzel neticeye müsaade etmiyorlar.

BEDİÜZZAMAN, İNSANİYET VE İSLÂMİYET ADINA DEMOKRASİYE SAHİP ÇIKIYOR

Demokrasi ile İslâmı kafalarında birleştiremeyenlere bir tavsiyemiz olacak. Said Nursî Hazretlerinin sürgün edildiği Emirdağ’da eski İçişleri Bakanı ve o günün CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektubu mutlaka okusunlar. Ayrıca Reis-i Cumhur Celâl Bayar ile Başvekil Adnan Menderes’e gönderdiği tebrik ve ikaz mektuplarını incelesinler. Kendi döneminin İslâm uleması adına demokrasiyi alkışlayan bir Bediüzzaman’a rağmen “İslâm demokrasi ile bağdaşır mı?” sorularını bu kez kendilerine sorsunlar…
Türk basınındaki çifte standartlık Müslümanları cidden üzüyor.
Biz Müslümanlar bırakınız muhatap ve rakiplerimizi, düşmanımızın bile mert olmasını isteriz. Gayr-ı meşrû yardımlarla şişirilen gazetelerin sayfalarını ve TV’lerin ekranlarını Said Nursî’ye yasaklayarak “İslâm demokrasi ile bağdaşır mı?” tartışmasını başlatan lokal ve global medyanın bazı temsilcileri, evvelâ kendilerine şu soruyu sormalılar:
“Bu yaptığımız demokrasi ile, mertlikle, bilimsellik ve insanlıkla bağdaşır mı?”

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*