EURONUR ÖZEL

Demokrasi neden istenmiyor?

Peygambere (asv) tabi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar

Özel Makale | Demokrasi
Eski Yunancadaki ‘demos’ (halk) ve ‘kratos’ (otorite) sözcüklerinin birleşiminden oluşmakta ve sözlük tanımı itibarıyla halkın kendi kendini yönetmesi anlamına gelmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin;

“Padişah, Peygamberimizin (asv) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere (asv) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar”

Hükmü ile:

“İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrutiyet (demokrasi) adalet ve şeriattır.”

Fetvası demokrasinin İslam dinine uygunluğu açısından çok önemlidir.

Çünkü demokrasi şeriattır.

Şeriat Allah’ın koyduğu, inanılmasını ve yaşanmasını emrettiği i’tikadî, içtimaî, iktisadî, hukukî ve ahlâkî kanunların bütünüdür.

Yâni şeriat İslâm’dır.

Kur’an’dan ve hadislerden çıkan hayat nizamıdır.

Fakat şeriat demokrasi değildir.

Çünkü şeriat; bütün olarak insanın dünya ve ahiret hayatını tanzim eden İslam dinini ifade ederken; demokrasi sadece insanların yönetim biçimini ifade etmektedir.

Kısaca şeriat, demokrasiyi de kapsayan bir kurallar manzumesidir.

İslam dinidir.

“Şeriat ta; yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir (ait). Onu da ulû’l-emirlerimiz (idareciler) düşünsünler.”

Yorumunu yapan Bediüzzaman Hazretleri;

O yüzde birlik ‘siyaset’in de;

“Adalet, meşveret (ortak akıl, meclis) ve kanunda inhisar-ı kuvvet (güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması)” şeklinde uygulanmasını savunmuştur.

“Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat tevzî olunmuş olur.” demiştir.

Yani kanunun herkese eşit şekilde uygulanmamasının; baskı ve zorbalığın yöneticiler arasında paylaşılıp dağıtılması ve zulmün devamı anlamına geleceğini söylemiştir.

Peki, demokrasiyi istemeyen kimlerdir?

Daha önce de yazdığımız gibi ülkemizde görünüşte neredeyse herkes demokrat ve demokrasiyi savunuyor.

Fakat sıra uygulamaya gelince işler değişiyor.

Yan çizmeler başlıyor.

Bazıları ‘küfür rejimi’ derken; bazıları ‘milliyetçiliğin raconuna’ uyduramıyor.

Bazıları ‘Ankara kriterleri’ kaldırılamaz derken bazıları da ‘kapitalist düzen’ olarak bakıyor.

Sonuç, maalesef istibdata devam etmek oluyor.

Ve yıllardır bu tavrın cezası milletimizin üstüne yükleniyor.

Ne manevi ne de maddi refah ve huzur sağlanamıyor.

Ahlak çöküşü hızlanırken, ekonomi yerlerde sürünüyor.

Bela ve musibetler arka arkaya geliyor.

Fakat tüm bu ikazlara kulak tıkanarak ‘ben yaptım oldu’ mantığına devam ediliyor.

Tarafgirlik damarı tahrik edilerek bir müddet daha bu durum sürdürülebilse de; bu hırsın milletimize ve dinimize verdiği zarar korkunç olacaktır.

Ne yazık ki böyle azim bir günahın dünyada temizlenmesi mümkün olmayacaktır.

Benzer konuda makaleler:

Bir Yorum

  1. Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz.

    “Bir asıldan tev’em olarak neş’et eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a’sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz.”

    0
    0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu