Demokrasi ve adalet karşıtı olarak feminizm…

Kadın bir silâh mıdır?

Bazılarına göre evet. Son zamanlarda, sınıf çatışmasında kullanılan çok etkili bir silâh olarak yorumlandığı gibi, tüketim toplumunda da tesirli bir aracı unsur gibi de görünüyor. Reklâmcılığın merkezine “insan“ olan kadını yerleştirenlere, sebebini sorsanız acaba nasıl bir cevap alabilirsiniz ki… Uluslar arası fuarlarda ürettikleri malları teşhir edenlerin, kadını da beraberinde teşhirleri sizde hangi tedaileri yapar sizce? Kadın mı pazarlanıyor, yoksa ürün mü? Bu bulaşıcı göreneğin maalesef en küçük esnafa, sıradan gazeteciliğe, otelciliğe ve bütün hizmet ve tüketim şirketlerine sirayet etmesi, masum kadının arkasına “Feminizm” sloganıyla gizlenenlerin esas maksatlarını deşifre etmiyor mu?

Menfaatlerini, geleceklerini, iktidarlarını ve hayatlarını “sınıf çatışması“ üzerine inşa edenlerin plân-projelerini ilk anda anlamak çok kolay değil. Genellikle çift yönlü hareket içindedirler. Önce sınıflar arası mesafenin açılmasına yatırım yaparlarken, diğer yandan da çatışma ile ektiklerinin hasadına girişiyorlar. İşçi-işveren, zengin-fakir ve toprak sahibi ile ırgatı çatıştıranın sermayedar olduğunu hâlâ anlamayan insanlar var yeryüzünde. Gerek Türk solunun ve gerekse Avrupa solunun hemen hemen bütün teorisyenleri ve önde gelen aktörleri, bildiğimiz üzere “felsefi olarak kendisini” iyi yetiştirmiş ve varlıklı kesimlerdendir.

Son zamanlarda, Almanya’da medya aracılığıyla sun’î bir yabancı düşmanlığı meydana getirildi. Bu düşmanlığın altında partileşen PEGİDA hareketini finanse edenlerle; Anadolu, Suriye ve Afrika sahillerindeki mazlumları organize ederek Avrupa’ya ve bilhassa Almanya’ya yönlendirenler aynı çevrelerdi. Bunu en iyi bilenler, neoliberalizm ile Avrupa Demokrasisini yok etmek isteyen para sihirbazları ve Almanya siyasetini zaafa uğratan meşhur politikacılarıydı. Bir elleri mağdurların, diğeri ise çatışmaya sürdüklerinin omuzunda olanların, bu çarkı her piyasada mütemadiyen döndürdüklerini, biraz düşünürseniz anlarsınız.

Dünyamız küçülüp “sınıf hâkimiyeti savaşları” globalleşince, demokrasi karşıtı sermayedarlar da tepelerde ittifaklar kurdular. Dünyanın en ücra şehrindeki özel okullarda veya meziyetleriyle temayüz etmiş gençlere burslar sağlayarak, onları erkence merkezlerindeki hizmetlerine alıyorlar. Bu tesbitimiz günümüz için değil, Kuzey Almanya’dan Amerika’ya göç eden belirli sermayedarların geleneksel eleman devşirme ve yetiştirme metodudur. Yüz yaşındaki meşhur eski dışişleri bakanının tarihçesine bakarsanız bunu görürsünüz. Günümüzde gelişen teknolojiye paralel olarak bu ilişkiler daha girift, kapalı ve gizemli hale getirilmiş. Bu irtibatları ise, küresel ihtilâllerde, önemli siyasî ve ekonomik kırılmalarda daha açıkça görebiliyoruz. Daha çok Batı’da organize olmuş ve üretimini otuz-kırk sene önce “çekirge ve köpekbalıkları” fonlarıyla Çin’e uçurmuş bazı sermayedarların iş ve idare politikalarını incelediğinizde, kadının erkeğin baskısından kurtarılması gibi zararsız bir gayret içinde oldukları zannına kapılırsınız. Farklı ırkları, cinsleri ve milletleri bir arada istihdam ve bilhassa kadınları içinde bulundukları mağduriyetten kurtarma olarak görünüyor, feminizm sahasındaki yayınları ve toplantıları. Dikkat ederseniz birileri mütemadiyen kadını tartışmanın odağına taşıyor ve bugün yalnızca “bir kadın“ı konuşuyoruz. Kandırıldığından şöhreti, kariyeri, parayı lüküs hayatı anneliğe, kız evlâtlığına, evinin hanımlığına ve kadınlığının fıtrî bütün değerlerine tercih ederek ekonominin bir parçası olmayı kabullenmiş kadını konuşunca, işin öznesi ister istemez fıtrattan ve insaniyetten uzaklaşıyor.

Tekelciliğin bencillikten, diktatörlükten ve daha doğrusu yalnızca kendisini seven firavun-nemrutluktan çıktığını hiç düşündük mü? İnsanlık sosyalleşmeyi, aileyi insanlığın çekirdeğine yerleştirerek öncelikle hemcinsini ve daha sonra canlıları ve nihayet bütün tabiatı sevmeyi öngörürken; semavî dinlerle savaşı prensip edinmiş felsefenin individüalizmi, bireyselliği, ben merkezliliği ve bütün yaratılanlardan istiğna ile kişinin nefsini sevmesini esas aldığını biliyoruz. Kişinin nefsini ilâhlaştırmaya başladığı en dar daireden en geniş global daireye doğru baktığınızda; materyalizmin kendisine inananlara ilâhlığını kabul ettirmeye ve her şeyi tekeline almaya başladığına şahit oluyorsunuz: Para, ticaret, üretim, siyaset, kadın, çevre, savaş ve barış… Meselenin garip ciheti ise, felsefenin bu sapık düşüncesinin “medeni paketlere” sarılı olarak zavallı insana sunulması olmalı. Ve çok büyük şirketlerin bu felsefeyi doğru kabul ederek “tek kişilik üretim ve tüketim” düşüncesini topluma masumane takdimi de hiç dikkatimizi çekmeli. Meskende tek kişilik rezidanslar, gastronomide tek kişilik servisler ve aileyi tamamen dışlayan bir hayat. Yani feminizm ile önce kadını ferdileştirerek aileden kopardılar. Himayeye muhtaç kız çocuklarını on sekizinden sonra kapı dışarı ettiler, tıpkı erkek çocukları gibi. Ve daha sonra da, kadını aile bireyi olarak değil, yek başına devletin kapısına sosyal zaruretle baş başa bıraktılar. Hasbelkader öyle veya böyle doğmuş çocukları da “çocuk yuvalarına” yönlendirdiler.

Bu sürece gelmeden önce, yirmi-otuz sene önceki “kişisel gelişim furyasının da” aynı merkezlerden insanlığın üzerine boca edilerek değerlerin tahrip hikâyesini unutmayalım. Bir arada yaşamamızı sağlayan sevgi ve hürmet duygularının yok edildiği, enaniyetin azgınlaştırıldığı, yardımlaşmanın aptallık olarak telkin edildiği ve faziletin kusur gibi lanse edildiği o dehşetli dönemi, kesinlikle unutmadan feminizm ve türevlerini incelememiz gerekiyor. Zira neoliberallerin Mont Pelerin topluluğunun önde gelen Marksist düşünürlerinden Popper ve Hayek’in, zamanımızdaki şakirtleri olan Soros ve Friedmann’ın arkalarını dayadığı büyük şirketler, yirmi-otuz sene önce tetikçilerine ve rüşvetle çalışanlarına “kişisel gelişim-NLP” gibi programı ders verdiriyorlardı. Hem de feminizmde olduğu gibi BM, AB, Dünya Bankası, çok önemli uluslar arası siyasî ve ekonomik işbirlikleri ve birçok ülkenin resmi teşkilâtları bu programları zaruret içindeki insanlığa ilâç gibi sunuyorlardı.

Feminizmi insaniyet karşıtı bir akım olarak kullananların işi kolay değil. Önce kadının kişisel psikolojisini enstitülerinde çalışıyorlar. Nasıl ifsad edileceği, kimyasal değişime tabi tutulacağı araştırılıyor, sosyal laboratuvarlarda. Buradan elde ettikleri sonuçları önce özel eğitim müesseselerinde uygulattıktan sonra, neticelerine göre projelendirip dünyanın en tepe noktasındaki kuruluşlar aracılığıyla dünya genelinde aşağıya doğru; özel sektöre, dünyanın en ücra köşesine kadar yaygınlaştırdıkları üniversitelerine, destekledikleri sivil toplum kuruluşlarına dağıtmaya başlıyorlar, ifsad projelerini.

Biliyoruz, bazıları komplo teorisi diyecek. Türkiye’de hizmet veren bazı yabancı şirketlerin politika ve programlarını, veya bazı İngilizce eğitim veren üniversitelerimizin sayfalarına ve hatta BM, AB, UNESCO veya uluslararası diğer büyük kuruluşların, bankaların internet sayfalarına girdiğinizde, insaniyet ile taban tabana zıt düşüncelerin, bizim için projelendirildiğini göreceksiniz. Size birkaç İngilizce kelime vereceğim. Diversity, Woman roadmep, PWN veya EPWN ve LBGTQ gibi sözcükleri arama motorlarında takip ettiğinizde, sizi belli adreslere yönlendirecek. Ve siz orada durmayınız. Dünyanın en büyük sermayesini idare eden meşhur Borsalar Birliği olarak bilinen New York’taki NASDAQ‘a kadar uzanınız. Göreceksiniz ki, demokrasi, insani değerler, barış, paylaşma, sevgi, çevre, aile, fazilet ve yardımlaşmayı vitrinlerinde pazarlayanlar, hepimizin yarısı olan (eş, kız kardeş, anne, teyze, hala, nine vs.) kadına, hasis menfaatleri, siyasetleri, iktidar hırsları ve şehvetleri adına el koymaya çalışıyorlar. Kadını liderlik koltuğuna yükselttiklerini iddia edenlerin mahiyetlerini konuşmaya devam edeceğiz, inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*