Demokratlar ne yapmaz?

Dikkatli okuyucularımızın bildiği gibi, iki seneye yakındır kronolojik olarak sürdürdüğümüz “Yakın Tarih Yazıları” serisinin 1950-60 arasındaki dönemine geldiğimizde, mecburen Demokrat Partiyle ilgili safhaları etraflıca ele alıp neşrettik.

Değerli bazı okuyucularımız, bu yazılardan memnuniyetini izhar etmekle beraber, ayrıca şu tarz taleplerde bulundular: “Latif Bey, bu anlattıklarınız güzel. Ama, sadece düne takılıp kalmayın. Lütfen, bir de günümüz Demokratlarını anlatın. Anlatın ki, onları da tanıyalım ve ne yaptıklarını (yahut ne yapmadıklarını) öğrenmeye çalışalım.”

İşte, biz de bu tarz talepleri kısmen de olsa karşılamak maksadıyla, bugünkü yazıyı kaleme alıp takdim ediyoruz.

Kim Demokrat, kim değil?

Bizler, Ahrar denilen asıl Demokratları el birliğiyle toprağa gömmeye çalışırken, çakma Demokratlar da meydanda cirit atmaya başladılar.

Bizler, devşirme adamların Demokratları içerden bitirme gayretlerini seyrederken, dışarıdan yapılan merhametsiz saldırılara da alkış tutma bahtsızlığını yaşadık.

Bizler, bir yandan “Darbeye ve darbecilere kesinlikle karşıyız” derken, bir yandan da darbe tasarrufu olan “misyonları seçim barajında boğma” zulmünü analarının ak sütü gibi içenlere “Vallahi helâl olsun” demekten de geri durmadık.

Dolayısıyla, “Demokrat kim?” yerine, “Kim Demokrat değil?” suâlinin cevabını aramak ve “Demokratlar yapıyor?” diye değil, görünenlerden yola çıkarak “Demokratlar ne yapmaz?” şeklinde farklı bir metotla meseleyi izah etme cihetine gitmek durumundayız.
* * *
Demokratlar, asla ve kat’a “Biz hiçbir partinin devamı değiliz” demezler.

Keza, Demokratlar gittikleri yolu tarif ederken de, M. Kemal’den başlayıp N. Erbakan’la bitirmezler. Hele hele, 1961-80 arasındaki AP dönemini atlama, yok sayma cambazlığını sergileme cihetine gitmezler.

Dahası, Hürriyet ve Meşrûtiyet hareketini, Kànun-i Esâsiyi ve hassaten Ahrâr-ı Osmaniyi es geçip gitmezler.
* * *
Demokratlar, GAP’ı uzun yıllar yüz üstü bırakmaz, bu muazzam projeyi rölantide bırakmak, yahut işi kaplumbağa hızıyla sürdürmek gibi zevksiz, iştahsız bir politikaya tevessül etmezler.
* * *
Demokratlar, kalkınmada ikameci politikaları bırakıp ithalatçı kesilmezler; memleketi, sadece azgın bir azınlığı zengin etmeye yarayan “ithalat cenneti”ne çevirme politikası gütmezler.
* * *
Demokratlar, merasimlerde “başörtü”lü eşlerini binlerce nâmahrem erkeğin önüne çıkartıp tokalaştırmayı başarı saymazlar. Resepsiyonlarda ellerinde kadeh olduğu halde ortalıkta dolaştırmayı marifet saymazlar. (Başı örtülü hanımları bu tür vaziyetlere düşürmek, fecâatin en fecisidir.)
* * *
Demokratlar, daha bir sene öncesine kadar “Ben olsam, derhal asardım” dediği bir örgüt liderine bir sene sonra güvenip bel bağlamaz ve onun için “Odasını genişlettik, sıkılmaması için yanına arkadaş temin ettik, günlük gazeteleri ulaştırıyoruz, hatta televizyonu bile yeniledik, kaldığı yeri daha rahat, daha konforlu bir mekâna dönüştürdük” demek gibi bir türbülansa düşmezler.
* * *
Demokratlar, cânileri affetmeye, yahut teröristbaşını neredeyse barış meleği gibi göstermeye çalışmazken, aynı anda “lâkabı çoban” olanlara karşı da etrafa kin, nefret ve husûmet tohumları saçmazlar.
* * *
Demokratlar, köprü, baraj, yol yaparken, seleflerini unutma, onları hatırlamama, yahut onları yok sayma gibi bir nankörlüğe düşmezler. Hayırla yâd ederler.
* * *
Demokratlar, bir yandan tutup Sultanahmet Camiinin etrafını namaz kılacak mü’minlerden arındırmazlar. O mabedin etrafını eğlence merkezine, yahut sırf ecnebilerin ikamet edeceği butik pansiyonlara çevirmezler… Keza Demokratlar, fetih sembolü Ayasofya’nın ibadete açılması meselesini, tutup bir yandan da aynı Sultanahmet Camiindeki cemaat kalabalığına endeksleme garabetine düşmezler.
* * *
Demokratlar, kardeş ve komşu devletlere gerilim politikası gütmezler.

Keza, ne kendi, ne de komşu ülkelerin diktatörlerine karşı kanlı, silâhlı mücadele yöntemlerini tasvip etmezler. Yani, mücadele için müsbet hareket metodunu benimserler; ve fakat, menfi hareket tarzını destekleme cihetine asla gitmezler.

Evet, Demokratlar, iki sembol şahsiyet olan Şeyh Said ile Said Nursî’nin farklı içtihatları arasında gidip gelmezler, orta yerde bocalayıp durmazlar.

Demokratlar, gayet iyi bilirler ki, dahilde silâh kullanıp şiddete baş vurmak, doğrudan doğruya asıl düşmana ve menfi tarafa yardım hesabına çalışmaktır.
* * *
Demokratlar, memleketin bir köşesinde bir felâket, bir musibet vuku bulduğunda, oraya gitmeyi tehir etmezler; dahası “Hele önce Amerika’ya bir gidelim; döndükten sonra oraya da gideriz” tarzında bir tuhaflığı sergilemezler.
* * *
Demokratlar, Bediüzzaman’ın dostluğunu ve Risâle-i Nur’a hizmeti bırakıp, bu kudsî dâvâya taarruz eden—dindar kisveli—saldırganları seyretmekle iktifa etmezler.

Evet… Bu nâdanlardan, ele geçirdikleri radyolardan, gazete köşelerinden, televizyon kanallarından, yahut internet sitelerinden, Bediüzzaman’ın temsil ettiği dâvâyı saptıran saptırana, ağız dolusu yalan, iftira ve tezviratı savuran savurana…

Saptırmacı, karalayıcı, şüphe ve tereddüt pompalayıcıların ise haddi hesabı yok…

Ne yazık ki, şimdiki durum böyle: Emin olun, son 70-80  yıllık tarihimiz boyunca, hiçbir dönemde olmadığı ve görülmediği ölçüde Bediüzzaman, eserleri ve talebeleri hakkında, şeytanın aklına zor gelebilecek yalan ve iftiralara tevessül ediliyor.

Üstelik, sürüp giden bu vahâmet karşısında meydana çıkıp şunu haykıracak yiğitler görünmüyor: Durun bere hokkabazlar! Susun be edepsizler! Kesin be şaklabanlar! Bütün hayatını iman hizmetine adamış, bu dâvâ uğrunda iki hayatını fedâ etmeyi peşinen kabullenmiş bu mübarek zâttan ne istiyorsunuz? Niçin ona düşmanlık ediyorsunuz?

Evet, hakikî Demokratlar, bu türden bir haksızlığa hiç seyirci kalmadılar, meydanda olsaydılar, yahut siyasî denklemde yer alabilseydiler, yine seyirci kalmazlardı.
Bu arada şunu da hatırlatalım ki: Bilerek yahut bilmeyerek Üstad Bediüzzaman’a sataşan, fikirlerini insafsızca tenkit eden, dâvâsını saptırma, yahut eserlerini silikleştirme gayretkeşliği gösteren belki bir düzineden fazla şahıstan, sadece ve sadece bir tek adam fazilet gösterip nedamet etti, özür dileyip Allah’tan affını niyaz etti.

İşte, ne aciptir ki, kast ettiğimiz adamlardan sadece ve sadece o tek şahıs hapse atıldı. Üstelik, tam da nedamet ettikten, yani Bediüzzaman ve talebelerinden özür dilediğini ifade ettikten hemen sonra…

Kahredici nokta şudur: Adeta deniliyor veya demeye getiriliyor ki: Ey şöhretşiâr ekabirler! Bu zamanda her kim olursan ol, yeter ki Bediüzzaman’a saldır. Onu ve takipçilerini karalamaya çalış. Şunu belle ki, bu yönde atış serbest. Aksi halde, seni serbest, rahat bırakmayız. Ona göre…
* * *
Mevcut konjonktüre göre, şayet Bediüzzaman’a, eserlerine ve talebelerine karşı “atış serbest” olmasaydı, yahut her türlü sulandırma/bulandırma işi rahatça yapılıyor olmasaydı, acaba eserlerinin dilini bozma, o nurlu parlak lisânı silikleştirip soluklaştırma, yahut orijinal dilini sahteleştirme cihetine gitmek kimin haddine düşerdi?

Şuna da eminiz ki, hakikî Demokratlar bu vahim gidişe de seyirci kalmaz, haddini aşanların önüne geçmeye çalışırlardı.

Dolayısıyla, elbirliğiyle siyaset meydanı dışına ittiğimiz Demokratların bugün ne yaptığına değil, Demokrat zannederek nice zamandır baş tacı ettiğimiz kimselerin, bizim kriterlerimiz noktasında bugün ne yaptığına, yahut ne yapmadığına bakmak daha doğru, daha gerçekçi olur kanaatindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*