Denenmiş denenir mi?

Geleneğe savaş açanlar, yine geleneğe takılıp gelenekselleşe kaldılar. Eski halin muhal olduğunu her ne kadar yüz seneye yakındır söylenip dursak da, muhali mümkün görme hastalığına tutulanlara lâf anlatmak kolay değil. Söylemek istediğimiz şu: Avrupa bilhassa İkinci Dünya Savaşından sonra “ferdiyeti” tamamen terk edip, ‘cemaate’ bilimsel olarak yöneldiği halde, biz hâlâ ferdiyetçiliğin belâsını çekiyoruz.

 

Türkiye’de şahıs merkezli fikirler üretip -tatbike koymak isteyenler, 1930’lar Türkiye’sinin tekrar dönüp geleceğini iddia ederken, tutundukları son dalların da kırılmaya başladığını hüzün içinde seyrediyorlar.

Amerika’daki Musevî asıllı lobi ve enstitülerin şimdiye kadar İslâm âlemi için “Atatürk merkezli Türkiye modelini” esas aldığını elbette biliyorsunuz. Birkaç yıl önce ortaya atılan “Türkiye İslâmı” ile Irak savaşı arefesinde çokça dillendirilen Türk modelinden maksadın da M. Kemal merkezli bir İslâm olduğundan elbette şüphemiz yoktur. Fakat biz mütemadiyen Haim Naum danışmanlığında oluşturulmuş bir sistemin daha önce denendiğini ve artık hayatiyetini devam ettirme imkânı bulamayacağını söyleye geldik. Arap âlemi için kurdurulmuş Baas Partisinin bizdeki Halk Partisinin zulmünü genelleştirdiğini misalleriyle ifadeye çalıştık. Anlayanlar anladı. Avrupa Amerika’dan daha şanslıydı. Bağrında taşıdığı dört milyonu aşkın Türk nüfusundaki sosyal değişimler ve stratejik yakınlık hakikaten onun için bir şans oldu. Beş-altı sene önce ilk olarak en yüksek ve yetkili düzeyde konuşan Klaus Kinkel’i birçok ilim adamı ve siyasetçi takip etti. Kamuoyu Hollandalı parlamenterin 56 sayfalık raporuyla yüksek mahfillerde bilgilenene kadar meşhur medyamızda da “tık!” yoktu.

Amerikan kamuoyunun şanssızlığı oradaki Musevî asıllı lobilerle bizdeki Selânikli hanedanının ortak çalışmalarıydı. Gerçi demokratlar son iki seneden beri endişelerini çeşitli vesilelerle ifade ediyorlardı. Fakat efkâr-ı ammeyi “dinsizlik, sefahat ve tahribat” temsilcileri sayılabilecek dinozorların tekelindeki medya yanlış bilgilendiriyordu. Hatta Safire, Perle, Friedman ve Wolfowitz gibller bile (tahrip projelerini üretim, tatbik ve kontrol için kurulmuş) sosyal bilim enstitülerinin son neticelerini takip edemediklerinden, düne kadar “muhalin mümkün olarak” yutturulabileceğine inanıyorlardı.

Petroladamın sosyal bilimci danışmanı enstitülerin bilimsel neticelerine dayanarak; Kemalizm’in ne Türkiye ve ne de İslâm âlemi için tatbikinin mümkün olmadığını ilân etti. Afganistan ve Irak’ta insan haysiyetini ayaklar altında çiğneyenlerin ne Türkiye ve ne de bir başka İslâm ülkesi için hürriyet ve demokrasi kaygısının olmadığını iyi bilirsiniz. Söz konusu danışmanın endişesi “dinozorlar lobisinin” İslâm coğrafyasındaki etkinliklerinin azalması veya tamamen Avrupa’ya kaptırılması. Bunun için de kafa yorup yeni çareler üretmeye çalışıyor.

Bir nokta daha var… Avrupa-Amerika’nın bir asırdır keşfettiği ve yaklaşık altmış seneden bu yana tatbik ettiği “cemaat” şuurunu İslâm âlemi istibdadın belâsıyla hâlâ uzaktan seyrediyor. Ferdi merkezîleştiren cehalet ve istibdadın bize yaptığı kötülüklere örnekler o kadar çok ki… Vefat eden şeyhin dağılan müritleri, sıfırdan gelen partilerin aynı dönemde iktidar olup, beş-on sene içinde tamamen kaybolmaları, İslâmî gruplardaki istişaresiz ferdî hareketler ve toplumun ilminden-sanatından istifade edemediği âlimler buna örnek olmaz mı? Maalesef bizde Amerika her gün yeniden keşfedilir.

Halbuki saadet asrı ve onu takip eden beş yüz senelik altın çağ, bizim ne kadar kısa bir sürede fikir ve buluşları topluma mal ettiğimiz hadiselerle dolu. Hz. Ömer’in ferdiyeti çağları kucaklayacak şekilde cemaate mal olmasaydı, İslâm adaleti yüzyıllar boyu güneş gibi parlamazdı.

Emin olunuz ki, Avrupa-Amerika’da olduğu gibi bizde de ciddî beş-on enstitü olsaydı Avrupa’nın ulaştığı “şahs-ı mâneviye” biz daha erken ulaşırdık. Maddeten-manen yükselerek hadiselere yukarıdan bakma imkânı bulurduk. Bu imkânlarla, birçok muhalin mümkün olmadığını Batıya biz izah ederdik. Avrupa’nın üfürmesiyle oynamaya başlamış İslâm âlemini bu maskaralıktan kurtarırdık. Hem de çakalların köpeksiz köyleri işgallerine engel olurduk. Vakit henüz geçmiş değil… “Denenmişin denenmeyeceğini” ille de New York’tan duymak zorunda değiliz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*