Deprem dersleri

Kahramanmaraş merkezli olup, on ilimizde dayanılmaz acıları hâla bütün şiddetiyle devam eden deprem, dünya basınında “apokaliptik/kıyamet gibi” başlıklarıyla duyuruldu.

Bu şiddetli depremden yaklaşık 14 saat önce yayına verilen ve 6 Şubat Pazartesi günü okuyucularıyla buluşan gazetemizde Üstad Bediüzzaman’ın depremle ilgili yorumlarının çıkması ise “çok mânidar bir tevafuk” olarak yorumlandı. Bunu da; “Muhbir-i Sadık” olan Efendimiz’in (asm) bu ahirzamandaki muhbirinin ihbarı olarak yorumlamakta bir beis olmasa gerek…

Hem kendi, hem de güneşin etrafında sür’atle dönen dünyamız, aslında öyle yan gelip yatılacak bir yer değildir. Sebepler tahtında, pamuk ipliğiyle bağlı gibiyiz.

Kayyum-u Bâki olan Cenab-ı Hak’tır ki, herşeyi kudretiyle ve kayyumiyetiyle tutuyor. Yer küresinin her iki dakikada bir titrediğini, bilim bize söylüyor. Bediüzzaman da “zelzeleli dünya” diyor.

Her musibet gibi depremin de iki yüzü, iki ciheti vardır. Zahirî ciheti, batınî ciheti. Mülk ciheti, melekût ciheti. Dünyaya ve sebeplere bakan tarafı, ahirete ve kadere bakan tarafı. Aynanın iki yüzü gibi; bir tarafı renkli ve karışık, diğer tarafı parlak ve şeffaf..

Gerçi depremin, Allah’a ve ahirete bakan tarafına bakabilecek maddî bir göze sahip değiliz. Ama Kelâm-ı Kadim’in ve Resûl-ü Kibriya’nın izahatına ve manevî gözleri açık zatların şahitliğine dayanarak, biliyoruz ki; böyle musibetlerde uhrevî ve Allah’ın güzel isimlerine mazhariyet ciheti güzeldir, göz kamaştırıcıdır.

Vefat edenler için bunun mânâsı:

“Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.”1

Lakin biz hâlâ bu taraftayız ve işin bu tarafına bakalım. Yıkılan evler, darmadağın yuvalar, dağılan aileler, yaralılar, sakatlar, yetimler, öksüzler, kalbi kırıklar ve gönlü buruklar…

Hepsi bu tarafta.

Vefat edenler, bir anda bambaşka bir âleme gözlerini açarken; asıl acı ve ıztırap, yakınlık derecelerine göre geride kalanların üstünde kalır.

Cenab-ı Hak, hem gidenleri, hem de bu tarafta kalanları, hususî inayet ve iltifatına mazhar eylesin, mutlu sonu onlardan esirgemesin! Amin.

Korkunç bir hal daha var: Unutulmak korkusu!

İlk vuran şiddetli deprem dursa da, depremin depremleri devam ediyor, Korkular sürüyor.. En korkuncu da, unutulmak korkusu! Hani bir tabir var, “köylü köyüne, evli evine” diye.. Peki ya evsizler?

Diyelim ki, onlar da kışın soğuğunda çadırlarına yerleştiler. Şaşkınlık, telâş, yokluk ve unutulmak korkusu yüreklerde!..

Kurtarma çalışmaları tamamlandıktan, enkaz kaldırıldıktan, bilanço netleştikten sonra ağırlığını hissettiren bir korku.. Devletin okşayan eli, hükûmetin tutan eli hafif gevşemeye görsün.. Bir korkudur alır depremzedeyi..

Ne zamana kadar?

Yaralar tam sarılıncaya, her deprem sonrası gündeme gelen, ama bir türlü hayata geçirilemeyen kalıcı projeler hayata geçirilinceye, çarpık ve çürük yapılanma sona erdirilinceye kadar, şehir yeniden imar edilinceye kadar!

Ey bu milleti ve bu depremzedeleri unutmama makamında bulunanlar!

Siz de biliyorsunuz ki, artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Depremin mahiyeti, musibetin rengi değişmese de, depremi karşılama ve uğurlama artık çok değişmiştir.

İşte Japonya örneği! Depremlerin ikazatıyla, dayanıklılığı o dereceye getirdiler ki, dokuz şiddetindeki depremler bile ev yıkmıyor..

Cenab-ı Hak’tan; depremde vefat edenlere rahmet ve mağfiret, yaralılara şifa, depremzedelere sabırlar ihsan etmesini niyaz ediyoruz.

Dipnot:

1- Bkz. Mektubat, Birinci Mektup

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*