Deprem oldu bitti mi?

Hem kendi, hem de güneşin etrafında sür’atle dönen dünyamız, aslında öyle yan gelip yatılacak bir yer değildir. Sebepler tahtında, pamuk ipliğiyle bağlı gibiyiz. Kayyum-u Bâki olan Cenab-ı Hak’tır ki, herşeyi kudretiyle ve kayyumiyetiyle tutuyor. Yer küresinin her iki dakikada bir titrediğini, bilim bize söylüyor. Bediüzzaman da “zelzeleli dünya” diyor.

Gerçi, işleri “oldu bittiye getirmek” tabiatına yatkınız biraz. Ama tabiatta izn-i İlâhî ile meydana gelen depremler, öyle oldu bittiye getirilecek cinsten olaylar değildirler.
İlk vuruşunda herkes sadece can ve canan derdine düşer. Musibetzedenin nazarında, servet, mal, bina gibi maddî ve fânî nesneler tamamen bir hiç olur! O anda yıkılmasa da, yok olmasa da, nazarlarda yok olur, yıkılır!

Evet, deprem vurur, bir süre de artçılar devam eder, sonra durur! Ama depremin depremleri, sarsıntının sarsıntıları devam edip gider. Depremzedenin dertlerine deva olamayan, sarsıntının sarsıntılarını durduramayan hükûmetler de sarsılır!
***
Her musibet gibi depremin de iki yüzü, iki ciheti vardır. Zahirî ciheti, batınî ciheti. Mülk ciheti, melekût ciheti. Dünyaya ve sebeplere bakan tarafı, ahirete ve kadere bakan tarafı. Aynanın iki yüzü gibi; bir tarafı renkli ve karışık, diğer tarafı parlak ve şeffaf..

Gerçi depremin, Allah’a ve ahirete bakan tarafına bakabilecek maddî bir göze sahip değiliz. Ama Kelâm-ı Kadim’in ve Resûl-ü Kibriya’nın izahatına ve manevî gözleri açık zatların şahitliğine dayanarak, biliyoruz ki; böyle musibetlerde uhrevî ve Allah’ın güzel isimlerine mazhariyet ciheti güzeldir, göz kamaştırıcıdır. Vefat edenler için bunun mânâsı:

“Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.”(Mektûbat)

Lakin biz hâlâ bu taraftayız ve işin bu tarafına bakalım. Yıkılan evler, darmadağın yuvalar, dağılan aileler, yaralılar, sakatlar, yetimler, öksüzler, kalbi kırıklar ve gönlü buruklar.. Hep bu tarafta. Sevdiklerini toprağa verenlerin yürek yarası, beden yarasından daha ağır.. Barınma, ısınma, yeme-içme, tedavi, kayıpları düşünme, sorumlu ve yetkili mercilere müracaatlar, vesaire, sürüp gider.. Vefat edenler, bir anda bambaşka bir âleme gözlerini açarken; asıl acı ve ıztırap, yakınlık derecelerine göre geride kalanların üstünde kalır.

Cenab-ı Hak, hem gidenleri, hem de bu tarafta kalanları, hususî inayet ve iltifatına mazhar eylesin, mutlu sonu onlardan esirgemesin! Amin.

UNUTULMAK KORKUSU…
İlk vuran şiddetli deprem dursa da, depremin depremleri devam ediyor.. Korkular sürüyor.. En korkuncu da, unutulmak korkusu! Hani bir tabir var, “köylü köyüne, evli evine” diye.. Peki ya evsizler?

Diyelim ki, onlar da çadırlarına yerleştiler, soğukta ve erken bastıran kışta.. Şaşkınlık, telâş, yokluk ve unutulmak korkusu!..

Kurtarma çalışmaları tamamlandıktan, enkaz kaldırıldıktan, bilanço netleştikten sonra ağırlığını hissettiren bir koku.. Devletin okşayan eli, hükûmetin tutan eli hafif gevşemeye görsün.. Bir korkudur alır depremzedeyi.. Ne zamana kadar?

Yaralar tam sarılıncaya, her deprem sonrası gündeme gelen, ama bir türlü hayata geçirilemeyen kalıcı projeler hayata geçirilinceye, çarpık ve çürük yapılanma sona erdirilinceye kadar, şehir yeniden imar edilinceye kadar!

Şükür ki, bir şehircilik bakanımız var. Bakalım, kısa zamanda güzel Van’ımızı (köyleriyle, ilçeleriyle), yönetmelik, emir ve direktiflerle, iyi bir denetim ve koordine ile yeniden nasıl yenileyecek!. Buna inanmak ve güvenmek istiyoruz..
***

Ey bu milleti ve bu depremzedeleri unutmama makamında bulunan milletvekilleri, ey parlamento ve ey cumhurun başkanı!
Siz de biliyorsunuz ki, artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Depremin mahiyeti, musibetin rengi değişmese de, depremi karşılama ve uğurlama artık çok değişmiştir..

İşte Japonya örneği! Depremlerin ikazatıyla, dayanıklılığı o dereceye getirdiler ki, dokuz şiddetindeki depremler bile ev yıkmıyor.. Tsunamide ise sulara kapılmaktan ölüm ve zayiat oldu.

Ey Ankara’da taht kuranlar! Siz de bilirsiniz ki, asıl marifet milletin gönlünde taht kurmaktır. Ankara’da taht kuranların yüzde doksan dokuzu şimdi toprak altında, ya anılırlar, ya anılmazlar..(Zorla andırılanlar bahsimizden hariçtir.) Ama milletin gönlünde taht kuranlar hep anılırlar, dualarla, iftiharla..

12 Eylül ve 28 Şubat direktiflerine kulak verildikçe, tahribat oldu. Allah’ın ikaz ve direktiflerine kulak verelim ki, tamirat olsun!..

VE KURBANLAR…
Ramazan’a ve bayrama bile aldırmayan terör iyice azıtmıştı. Irkçılık ve ayrımcılığın körüklenmesi had safhaya varmıştı ki, bir deprem yedik yerinden, damarından! Akan kanların durdurulması, büyük felâketlerin önlenmesi adına “ruhsat” aldı bu felâket, yüce makamdan! Toplum olarak büyük bir musibete müstehak olmuştuk ki, bu musibette vefat eden mü’minler, mazlumlar, âdeta kendilerini izn-i İlâhî ile feda ettiler, daha büyük bir musibetin önlenmesi adına.. Rabbimiz onları hükmî şehitlikle taltif ederek, geride kalanlarına da şefaatçi kılacak inşaallah!
Giden kurbanların arkasından yaşadığımız Kurban Bayramı mübarek olsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*