Dersim, Marksist Alevîlerin yolunu kesti…

Tarihî hakikatleri gizleyen paçavraların hadiselerin fırtınalarıyla yırtılmaları ne güzel… Uğruna ömürler verildiği halde bulunamayan “hazinenin” zamanın rüzgârlarınca açığa çıkarılması ne âla… Ve yalanlarla tam yarım asırdır inşaa edilen fitne sarayının küçücük bir lerzeyle kumlara karışması ne muhteşem…

Bediüzzaman’dan “hakikî Alevîliği” öğrenenler on yıllardır Al-i Beyt sevgisiyle tutuşanları ikaz etmeye çalışıyorlardı. Alevîliğin İslâmiyet içinde bir muhabbet tarikati olduğunu, itikad sınırlarını aşmamak şartıyla Al-i Beyt muhabbetinin meşrû olduğunu izaha o denli zorlandılar ki… İmam Hasan’ın (r.a.) seçilmiş beşinci halife olduğunu, Zeynelabidin’in (r.a.) rivayetiyle bize ulaşan Çevşen’i, İmam-ı Ali’nin (r.a.) Celcelûtiye ve Ercûze’lerini Aleviler ilk olarak Bediüzzaman’dan duydukları halde, Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’daki ikazlarına maalesef dikkat etmediler.

Kemalizm’in mekteplerinde Türkiye çocuklarına; materyalist, bütün semavî dinlere düşman, gelenekle kavgalı, insanî değerleri önemsemeyen ve komünizme taparcasına bağlı nesiller için verilen eğitimden, Alevî kökenli çocuklar da elbette nasiplerini alacaklardı. Devrimci, solcu, Kemalist ve Marksist kimliklerle büyütülen bu çocukları, çok partili dönemde İsmet Paşa, bilhassa 1960’dan sonra çeşitli rüşvetlerle tarafına çekecekti. Semavî dinlere karşı oluşunu geçmişteki icraatlarıyla isbat etmiş Paşa, dinî bütün sembol, ritüel ve bazı cami dışındaki mabedleri yasaklamışken, Bektaşîlik Tarikatına hususî bir özen gösterir görünecekti.

Daha doğrusu, Paşa “ortanın solunu” ilân edince, mezhep taassubuyla ‘doğru İslâmiyet’e uzak duran Alevî gençleri Halk Partisi çatısı altında “siyasî bektaşiliği” başlatacaklardı. Global dinsizlik cereyanıyla Kemalizmin ortaklaşa geliştirdikleri bu proje, ülkemizde hem dehşetli çatışmalara, hem bölünmelere ve hem de iç barışın darbe almasına yol açacaktı.

1970’e gelen süreçte ve 1974 anarşistlerin affından sonraki Marksistlerin yalnızca Alevî gençlerinden oluşmadığını biliyoruz. Irk, dil, din ve yöre ayırımı olmaksızın memleketin dörtbir yanında komünizmi benimseyen devrimci her gençliğin yetiştirdiğine tarih şahit oldu.

DEVRİMCİLİK ORTAK PAYDASI

Ortaokuldaki matematik öğretmeninin ceketindeki rozeti unutamıyorum. Çizgilerin M. Kemal’e mi, yoksa Lenin’e mi ait olduğunu merak etmiştim. Merakımı ilgiyle takibeden öğretmenin cevabı manidardı: Ne fark eder… İkisi de devrimci değiller mi? Alevî bir aileden gelen solcu öğretmenin kimliğini benimseyen onbinlerce öğretmen TÖB – DER denilen bir öğretmen kuruluşunda bir araya gelmişlerdi. Marksizmi ve komünizmi benimsediklerini gizlemiyorlardı. Hem Atatürkçüydüler, hem de Lenin’ci ve hem de Mao’cu… Tek çerçevede birleştiklerini her fırsatta ilân ediyorlardı. Deniz Gezmiş Sünnî idi, ama arkadaşlarının çoğu Alevî ailelerden geliyorlardı. Neticede bir devrimci; Lenin ve Troçki gibi bir ihtilâli gerçekleştirmek istiyorlardı.

NİFAK PERDESİNDE GİZLENECEKLER…

Kemalistlerin 12 Eylül darbesiyle birlikte ideolojik ve sosyal kimlikler yer altına çekildiler. Bir süre sonra değişik isim ve forma ve sloganlarla nifak perdesinde ortaya çıktılar. Komünizm veya sosyalizmin değerden düşmeleri üzerine, Alevî kökenli Marksist gençler yalnızca “Alevî” kimliğini tercih ettiler. Belki de Allah inancı karşısında komünizmin mağlûbiyetiyle açıkta kalan bu materyalist gurubu İslâmiyetle mücadelesini bu şemsiye altında yürütecekti.

Anadolu’da Kemalizmin topluma boca ettiği kasvete karşın Avrupa kimlikler noktasında daha aydındı. Buradaki Türk toplumu, dinini ve geleneklerini praktize etmeye teşebbüsünde, karşısında Avrupalı’dan önce Anadolu kökenli Alevîyi gördü. Kimliğiyle birlikte itikadî olarak inanmadığı bir topluma münafıkane giriyor ve buradaki saf Müslümanların temel haklarındaki demokratik isteklerini engellemeye çalışıyordu. Bir Hıristiyan veya bir oryantalist kadar İslâmiyeti bilmeyen, sevmeyen ve inanmayan bu kimlikteki insanların Alevîlik veya Sünnîlikten ziyade Marksist olduklarını satır aralarından anlıyordunuz. İslâmî hayata, kadının yaşayışına, helâl–haram sınırlarına ve hatta temel insanî değerlere yaptıkları müdahalelerle, bazen Alman sosyalistlerini de geride bıraktılar.

Avrupa’da ve bilhassa Almanya’da Kemalist Devletin temsilcisi konumundaki bu “Marksist Alevîlerin” M. Kemal ve Halk Partisini kusursuz olarak propagandaları, Avrupa’daki Türkiye kökenli yüzbinlerce insanımızı devletine karşı soğutmuştu.

Denilebilinir ki, Avrupa’daki Kemalist Alevîlerle Avrupa’daki insaniyet ve İslâmiyet düşmanları epeyce mesafe aldılar. Hatta Almanya Hükümetinin “İslâm Konferansında” bu komünizm Kemalizm ittifakı çerçevenin dışına da taştı.

DERSİM FIRTINASI…

Almanya’daki sol partilere de musallat olmuş Kemalist Alevîlerin, daha doğrusu Marksistlerin altına gizlendikleri “Alevîlik Şemsiyesini” Dersim Fırtınası uçurmuş bulunuyor. Marksizm, Kemalizm ve Komünizm ile Alevîlik arasında tercihe mecbur bırakılmış devrimcilerimiz elbette “ortanın solunu” tercih edeceklerdi ve İsmet Paşalarının yolundan ayrılmayacaklardı. Zoraki de olsa Alevîliği, demokrasiyi, hümanizmayı, insanî değerleri ve bütün bunları içeren Müslümanlığı terk edeceklerdi.

Bundan böyle Alevîler, Al-i Beyt muhabbetine dayalı tarikat ve görüşleriyle İslâmiyet içindeki yerlerini rahatlıkla alacaklar. Siyasî Bektaşîlik yerine, hakikî mânâda Hacı Bektaş-ı Veli’yi takip edecekler. Ne nifaka bürünmüş Kemalistlerin, ne de masonların yeni oyunlarına inşallah gelmeyeceklerdir. Van zelzelesiyle birlikte “Kürt Milliyetçiliği” paçavralarına bürünmüş dinsiz materyalistlerin üzerlerindeki Kürtlük örtüsünü uçuran fırtınanın bir benzeri de Dersim’den çıkarak Alevî kökenli Kemalistlerin “Alevîlik” örtülerini uçurdu. Her iki gurup da yalın halleriyle, yani materyalist sol kimlikleriyle Türkiye insanımıza göründüler. Bundan böyle Kemalistlerin münafıklıkla Alevîleri ve Kürtleri kandırması mümkün olmayacaktır, kanaatindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*