Derslere devam

Gazze’ye insanî yardım malzemesi götürürken uğradığı İsrail saldırısında dokuz şehit verip çok sayıda yolcusu yaralanan ve içindeki bütün gönüllüler itilip kakılarak, dövülerek, ağır işkencelere maruz bırakılarak gözaltına alınıp hücrelere tıkıldıktan sonra yoğun baskılar neticesinde salıverilen Mavi Marmara ve hadiseyi “ucuz” atlatan diğer yardım gemileri İsrail tarafından hâlâ serbest bırakılmış değil.

Sayısı altı olarak ifade edilen kayıplar için de bir bilgi yok. Söylendiği gibi denize mi atıldılar?

Diğerlerinin dönmesi, onları unutturmamalı.

Şimdi bir yandan soruşturma ve İsrail’den hesap sorma bağlamındaki gelişmeler sürer, ama İsrail hepsini reddeder, değişik ülkelerde İsrail’e dâvâlar açılır, Gazze ambargosunun artık bitmesi gerektiği—ABD dahil—herkesçe seslendirilirken; öte yandan yardım filosuna dair tartışmalar farklı boyutlar kazanarak devam ediyor.

İHH’nın ön safta gözüktüğü, ama 32 ülkeden temsilcilerin, Yahudilerin, gazetecilerin, milletvekillerinin, din adamlarının katıldığı filoya yapılan vahşi saldırı, İsrail hunharlığını yine gözler önüne sererken, Gazze üzerinden Filistin sorununu insanî boyutuyla dünya gündemine taşıdı.

Bu cihetiyle hayırlı neticelere vesile oldu.

Mustafa Özcan’ın dikkat çektiği “yardım gönüllüleri içindeki Müslüman İsevîler” de, İsrail politikalarına karşı çıkan vicdanlı Yahudiler de bu bağlamda işin çok önemli bir boyutunu teşkil ediyordu. Ve olay, zulme karşı ortak vicdan temelinde kurulan uluslararası dayanışmaya, öncesine göre çok daha güçlü bir zemin sağladı.

Daha evvel de İsrail askerleriyle çatışan Filistinli mücahitlere kiliseler kucak açmamış mıydı?

Çözüm, sivil alandaki bu dayanışmanın devlet politikalarını etkileyebilecek güce erişmesinde.

Son yaşananlar, bu süreci hızlandıracak gibi.

Mavi Marmara eksenli tartışmaların Türkiye boyutunda, bir taraftan İslâmî cenahtaki farklılıkları buluştururken, diğer taraftan bazı ayrışmaları da netleştiren çizgiler bulmak mümkün.

Meselâ hadiseyle ilgili hükümet politikalarına yöneltilen eleştirilerde, derinden derine süren AKP-SP çekişmesinin işaretleri fark edilebiliyor.

Dokuz şehitten ikisinin SP’de fiilen aktif görev yapan isimler olması bu bağlamda manidar.

İsrail’le ilişkilerde izlediği politikalar AKP’yi, millî görüşün etki alanına açık olan tabanında zora sokarken, bu olayda tedbir, takip ve tepki noktasında açığa çıkan boşlukları sert ve keskin söylemlerle kapatma stratejisi sonuç verir mi?

Olay günündeki resmî tepkinin “Tel Aviv Büyükelçimizi geri çağırdık, üç askerî tatbikatı ve genç millî takımın maçını iptal ettik” açıklamasıyla sınırlı kalması, bu sualin cevabına ışık tutacak ipuçları taşırken, bilâhare “Bastırdık ve diğer yolcuları bıraktırdık, Güvenlik Konseyinden karar çıkarttırdık, BM’ye soruşturma komisyonu kurdurttuk” şeklinde sunulan gelişmeler, giderek büyüyen tepki birikimini yatıştırabilir mi?

Bu hengâmda bir diğer ilginç gelişme, Fethullah Gülen’in Wall Street Journal gazetesinde çıkıp burada “Gazze’ye yardımlar İsrail’den izin alınarak yapılmalıydı. Otoriteye karşı gelmek fayda getirmez. İHH’nın siyasî tarafı olup olmadığını bilmiyorum” şeklinde yansıtılan beyanları oldu ve bunlar ânında İsrail’in hanesine yazıldı.

Kitlelerdeki Gazze hassasiyetinin ve İsrail’e yönelik tepkilerin zirvede olduğu bir ortamda bu sözler, tam bir “soğuk duş” etkisi uyandırdı.

Bakalım, “Hocaefendi doğru söylüyor” diyen Arınç’ın “Her şartta herşeye rağmen müsbet hareket etmeliyiz” yorumu işi toparlayabilecek mi?

Aslında, radikal çizgiden gelen kadroların ağırlıkta olduğu İHH, dünyanın dört bir yanına hizmet götüren insanî yardım eksenli bir kuruluş niteliğini kazanarak, bu mânâyı teyid ediyor.

Tecrübeler, en zorlu mücadelelerde dahi çıkış yolunun, zulme karşı teslimiyete dönüşmemek şartıyla müsbet hareket olduğunu gösteriyor.

Bu önemli konuya yarın da devam edelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*