Devlet milletine zulmedemez

“Biz hak ve hukuk noktasında ferdin hukukunu savunuruz” diyen Mehmet Kutlular, “Bizim için devlet hizmetkârdır. Bakın, devlet milletine zulmedemez. Said Nursî Hazretleri istibdatla ilgili bir meselede “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti de müstebit yapar” diyor. Başbakan asılıyor, insanlar kayıtsız kalıyorlar. İstibdat insanları sessiz köleler haline getiriyor” ifadelerini kullanıyor.

28 Şubat Süreci olarak bilinen ve demokrasi tarihimizin karanlık dönemlerinden biri olan ‘post-modern’ darbe sürecinde en çok bedel ödeyen isimlerden biri de Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’dı. Kutlular bu süreçte 276 gün hapis yattı ve gazetemiz bir ay boyunca kapatıldı ve Basın İlân Kurumu tarafından ilânlarımızda kesintiye gidildi. Editörlüğünü Abdurrahman Babacan’ın yaptığı ‘Binyılın Sonu 28 Şubat’ isimli kitapta Mehmet Kutlular o yılları anlatmaya devam ediyor…

Türkiye’nin yakın tarihindeki darbeleri bizzat yaşamış bir insan olarak birçok bedel ödediniz, sıkıntılarla karşılaştınız. Bağlı bulunduğunuz Risale-i Nur camiası içindeki ayrılmalar, 1999 yılındaki konuşmanızdan ötürü aldığınız iki yıllık hapis cezası, kızınızın vefatı gibi birçok olay. İlkeli durmak ve gerektiğinde bedel ödemek açısından baktığımızda 28 Şubat sonrası süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her duruşun bir bedeli vardır. Biz ağır bedeller ödedik, bunu da Allah rızası için yaptık. Depreme İlâhî ikaz dediğimiz için hapis yattık. Mahkemede 2 sene 1 gün ceza verilince, mahkemeye; “Bu cezayı şerefimle, dünya-ahiret boynumda taşırım; siz bunu taşıyabilecek misiniz?” diye sordum. Biz bu bedelleri şerefimizle ödedik. Bunlar bizim için Ahiret vesikasıdır. Mahkeme-i Kübra’da asıl mahkemeler kurulacaktır. 28 Şubat bin yıl sürecek dendi. Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz. Zulmün devam etmesi mümkün müdür? 28 Şubat’ın yaptığı tahribat şimdi tamire çalışılıyor. Her zaman söylüyorum. Bu tür hadiselerin yaşanmaması için Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekiyor. Bunun yolunu da Bediüzzaman göstermiştir. Türkiye tabulara dayanan, totaliter, devletçi zihniyetle hazırlanmış darbe anayasasından bir an evvel kurtulmalıdır. Bize yakışan, özgürlükçü demokrasinin ilkelerini benimseyen bir anayasadır.

AKP, 28 Şubat’ın ürünüdür

AKP iktidarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP’nin 28 Şubat’tan gerekli dersleri çıkardığı ve dolayısıyla küresel sisteme uygun hareket ettiği yönünde tesbitler var. Siz bu tesbitleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP 28 Şubat ürünü bir partidir. Halkı canından bezdiren 28 Şubat uygulamaları AKP’nin siyaset arenasında güçlü bir şekilde yer almasını sağlamıştır. AKP, “Bediüzzaman’ın haklılığını 28 Şubat duvarına toslayınca anladık” diyen, demokrasinin nasıl bir nimet olduğunu ancak 28 Şubat’tan sonra anlayabilen Refah Partisi içinden çıkan yenilikçi grubun kurduğu ve bu günlere getirdiği bir parti. Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki; Türkiye’de öteden beri yapılmaya çalışılan “dini siyasallaştırma” çabalarının önündeki en büyük engel Risale-i Nur hareketidir. Bizim din adına çıktığını söyleyen partilere, ya da dinî söylemlerde bulunan bir partiye yaklaşımımız “İslâmî parti olmaz” düşüncemizden dolayıdır. Dinin siyasete alet edilmemesi gerektiği prensibine dayanan ilkesel tavrımız AKP için de geçerlidir. AKP’yi değerlendirme noktasında şunları söyleyebilirim: AKP dönemi de çalkantılı bir dönem oldu. Burada doğru yapılanların yanında olduk, yanlışları eleştirdik.

Böyle bir eklemlenmeyi kabul etmeyiz

Demokrasiye karşı olan bir grubun kurduğu AKP’ nin bugün demokrasiyi savunuyor olması sevindirici bir gelişmedir; ama arzu ettiğimiz manada bir demokratikleşme gerçekleştirilememiştir. Hâlâ 82 anayasası geçerlidir, Kürt sorunu tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Küresel sisteme entegre olmayı biz hak ve hürriyetler noktasında anlarız. Bu noktada gelişmiş demokrasileri olan ülkelere ulaşmaya çalışmak elbette ki destekleyeceğimiz bir husustur. Ancak AKP dönemi ile ilgili özellikle manevî hassasiyetler noktasında ciddî eleştiriler getirebiliriz. AKP, bu güne kadar siyasallaşma, ticarîleşme ve dünye-vîleşme tuzaklarına düşürülemeyen dini grupların bu noktalara çekilmesinde önemli bir rol oynadı. Bugüne kadar Nurcular hiçbir zaman parti kurmadılar ve iktidarı ele geçirmeye çalışmadılar. Ama bu dönemde bazı gruplar asli vazifelerini unutarak aşırı politize oldular, siyaset sahnesinde anılmaya başlandılar. Bu dolaylı yollarla da olsa cemaatleri resmî ideolojiyle uzlaştırmak ve ayrıca Türkiye’nin kapitalist sisteme eklemlenmesini kolaylaştırmak için yapılmaktadır. Böyle bir eklemlenmeyi bizim kabul etmemiz mümkün değildir.

Aileler çözülüyor, ahlâkî çöküntü had safhaya ulaşıyor

Ayrıca, “Cumhuriyet tarihinde ilk kez cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve bürokratların ağırlıklı bir kesimi dindarlardan oluşuyor” havası veriliyor; ama dinî hassasiyetler noktasında alabildiğine bir dejenerasyon, aşınma yaşanıyor. Aileler çözülüyor, ahlâkî çöküntü had safhaya ulaşıyor. Zühd ve takvayı esas alan hayat tarzlarını terk eden, lükse ve gösterişe önem veren, aşırı tüketim ve israfa dayalı bir hayatı seçen sözüm ona dindar gruplar çoğaldı. Adeta bir “İslâm sosyetesi” oluştu. Bunlar bizim eleştirdiğimiz noktalardır. 28 Şubat dine ve dindarlara karşı yapıldı. Yapılan tahribatın tamiratının da en çok bu noktada olması gerekir. Ama bunu göremiyoruz. Ölçüsüzlük, ilkesizlik, aşırılık hiçbir zaman hakikî hürriyet değildir. Toplumu manevî değerleriyle tanıştıracak projeler üretilmesi gerekiyordu. Bu yapılabilmiş değil.

Bizim çizgimiz hak ve hukuka dayanan bir çizgidir

Bir yandan ‘devletçi’ olmakla itham ediliyorsunuz. Bir yandan da sistemle barışık olmayan, mesafeli bir duruşunuz var. Sizin şahsınızda ve ‘Yeni Asya’ cemaati konusundaki bu algıyı, karışıklığı nasıl görüyorsunuz?

Bizim duruşumuzda bir karışıklık yok. Bizim çizgimiz de nettir. Üstadımızın çizgisidir. Bu çizgi, hakikî adalete, meşverete, hak ve hukuka dayanan bir çizgidir. Biz insan karşısında devleti önceleyen bir anlayışın, ferdin hukukunu kısıtlayan bir anlayışın yanında olmadık, böyle bir devletçilik anlayışımız da yoktur. Devletimizi severiz, ordumuzu peygamber ocağı olarak görürüz. Müsbet hareket ilkesi çerçevesinde devletimizin yanlışlarını dile getirir, onun milletin hizmetine girmesi gerektiğini söyleriz.

İstibdat insanları sessiz köleler haline getiriyor

Bizim için devlet hizmetkârdır. Bakın, devlet milletine zulmedemez. Said Nursî Hazretleri istibdatla ilgili bir meselede “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti de müstebit yapar” diyor. Başbakan asılıyor, insanlar kayıtsız kalıyorlar. İstibdat insanları sessiz köleler haline getiriyor. Bediüzzaman Hazretleri istibdat uygulamaları, ferdin hukukunu nazara almayan devletçi yaklaşımlar karşısında hep mertçesine, erkekçesine durmuştur. En zalim hükümdarlara, istibdat rejiminin maşalarına zerre kadar taviz vermemiştir. Ona göre padişah da olsa zulmeden hayduttur. Bediüzzaman hukuku padişahın, her şeyin üstünde tutmuştur.

Biz hak ve hukuk noktasında ferdin hukukunu savunuruz

Bizim duruşumuz devletçilik değildir. Biz hak ve hukuk noktasında ferdin hukukunu savunuruz, hürriyeti savunuruz. Hürriyet olsa nemelâzımcılık olmaz. İnsanlar kendi hürriyetlerine, başkalarının hürriyetlerine, toplumun hürriyetine sahip çıksa cemiyet hayatı daha düzenli, daha rahat olur. Çevreyi kirletene herkes tepki gösterse, sıranın önlerine geçmek isteyene herkes müdahale etse, bir müddet sonra bu tarz olaylar da ortadan kalkar. Bunlar aslında bizim, İslâm’ın değerleridir, ancak Batılılar bunları bizden çok daha iyi bir şekilde tatbik ediyorlar. Biz İslâm’a olduğu gibi onun ahlâkına da lâkayt kalmanın cezasını çekiyoruz.

Yeni Asya

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*