Asrımızın en büyük din âlimi, Kur’ân müfessiri olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Osmanlı’nın son zamanında, 1907 senesinde İstanbul’a gelmişti. Devletin içinde bulunduğu yanlış hâllerin düzeltilmesi için Abdülhamid Han ile görüşmeye çok çabalamış, ama maalesef görüştürülmemişti.
İstanbul’da kaldığı üç sene içerisinde kendisini siyasî çalkantıların içinde buldu. Bir sene sonra ilân edilen 2. Meşrûtiyet ile beraber, siyaset de bayağı kızışmıştı. Üstad, burada muvazenesi Kur’ân ve hadis olan bir İslâmî bakış zaviyesinden hadiseleri değerlendirdi. Yâni, bir nevi siyasete girdi. Ama bugünkü mânâdaki particilik, patırtıcılık, parçalayıcılık olarak değil. Üstad, hep orada istikamet üzere ve herkese de o istikametleri gösterici rolüyle bulunmuştur. Gerek o zamanki gazetelerde yazdığı makaleleriyle gerek nutuk ve beyanlarıyla ve gerek kitaplarıyla bunu yapmış, yol göstermiş, istikameti göstermiştir.
Üstad, üç safhaya ayırdığı hayatından, “Birinci Said” devrinde, yukarıda söylediğimiz gibi, siyasetle münasebeti o şekilde olmuştur. “İkinci Said” devri ise şu anlattığı hadiseden sonra tahakkuk etmiştir; “Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘Euzubillahimineşşeytani ve siyaseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.”
Bu devresinden sonra başlayan, “mutlak istibdat” devrinde Üstad, yirmi beş sene kadar siyasetle alâkadar olmuyor. Çok partili demokrasiye geçildikten sonra, vatan ve milletin selâmeti için, “kalbe ihtar edilen, içtimâî hayatımıza ait bir hakikat” ile partileri üç şekilde, din ile münasebetlendirerek, kısaca şöyle değerlendiriyor. 1. Bir parti, siyasetine dinsizliği âlet eder. 2. Bir parti, siyasetine dini âlet eder. 3. Bir parti, siyaseti dinin hizmetinde kullanır. Ve kendisi de ilk ikisini tasvip etmeyip, üçüncüsünü tercih edip reyini de o istikamette kullanıyor.
Üstadın vefatından ve ilk hâin ihtilâl olan 27 Mayıs darbesinden sonra, Üstadın sadık talebeleri, Demokratların devamı olarak Adalet Partisi’ni destekleyip, iki defa iktidara gelmelerine sebep olunca, bundan çok rahatsız olan “zinde güçler” şeytanca plân ve oyunlarla, “dini siyasete âlet eden” bir partiyi ihdas edip, milletin başına sarıyorlar.
Güya, “Müslümanlar, dindarlar iş başına gelsin” fikriyle sahaya çıkan bu zihniyete, Üstadın sadık talebesi ve “herkesi kandırırlar, ama onu kandıramazlar” dediği kahraman Zübeyir Ağabey, Kırkıncı Hocaya işin tehlike ve vahametini şu sözleriyle ifade ediyor: “Allah muhafaza, bu yeni parti, din namına kurulduğu için Müslümanları birbirine düşürür ve hizmetimize zarar verir. Bu yeni partinin büyük bir fitneye vesile olacağından korkuyorum. İnsanlar zahire bakarlar ve siyasetin cazibesine kapılırlar. Bazı dostlarımızın bu kudsî hizmeti bırakıp siyasete gireceğinden endişe ediyorum.” (Bu ifadeler, hâlâ, Kırkıncı Hocanın hatıralarında mevcuttur.)
Ve Zübeyir Ağabeyin korktuğu, tehlikesine işaret ettiği şey, evvelâ bütün dindarların, sonrasında da Nur Talebelerinin başına gelmiştir. Tabiî aynı zamanda bu, ihtilâlcilerin “Demokratların beline indirilip de bir daha hiç düzeltemeyecekleri darbe” ile ahrarlar, demokratlar, tek başlarına iktidara gelememiş ve millet bu arada, hep sıkıntı içinde bocalamıştır. Bunların millete, maddî ve mânevî çok zararı olmuştur.
Bugünlere geldiğimizde ise… Maalesef, değişik bir hâl zuhur etmiştir. Öyle ki, şimdilerde daha dünün “canciğer kardeşleri” olan Nur Talebelerinin bile o kardeşliği, parti kardeşliğinin arkasında kalmıştır. Dâvâ arkadaşlarını, aynı partiyi destekledikleri ve ne olduğu belli olmayanlara tercih edici hâller zuhur etmiş, üstelik de o has kardeşlerini, çeşitli vesilelerle suçlayıp, “niye kendi yanlarında olmadıklarını” söylemişlerdir.
Hani, yukarıda söyledik ya, yarım asır evvel, “Müslümanlar, dindarlar iş başına gelsin” diye ortaya çıkanlar, bugün “din kardeşliğini değil, parti kardeşliğini” esas almışlardır. “Ne kadar hâlis, dindar da olsan, bizim partiden olmadıktan sonra kıymeti yok. Ve ne olursa olsun, nasıl bir vaziyette de olsa, bizim partiden ise başımızın üstünde yeri var” zihniyeti işte…
Benzer konuda makaleler:
- Beyanat ve Tenvirler
- Üstad Bediüzzaman ve siyaset
- Halkçılar, Dindarlık ve Demokratlık
- Demokrat ve İYİ Parti ittifakı
- Siyasette “fetret” devri mi?
- Ahrar Fırkası Demokratlar olarak dirildi
- “Demokratlar ittifakı” ne kadar mümkün?
- Demokratlar ile Nurcuları bölen ihtilâl; 12 Mart 1971
- Dört Parti Meselesi
- Demokratlar farmasonların zincirini kırdı
Çok yerinde ve güzel tesbitler abim. Tebrik ve teşekkürler.